Miras Dergisi

Acı Çeken Bir Tanrı’dan Bahsedebilir miyiz?

Acı çeken bir Tanrı’dan bahsedebilir miyiz? Eğer Tanrı acı çekiyorsa yani sadece insan ve Üçlü Birliğin  ikinci kişisi olarak sadece Oğul değil, Tanrı da acı çekiyorsa? Bu soruyu dikkate almak gerekir. Tanrı’ya atfedilip O’nun soğuk kanlı olduğu sonucuna götüren klasik nitelikler, değişmezlik, kadir-i mutlaklık, sonsuzluktur hiç şüphesiz, Yunan kökenli ilahilerin içeriğinde Hristiyan düşüncelerini anlatan uyarlamalar bulunmaktadır. Yunan ilahilerinde var olan bu  imgeler Tanrı hakkında doğru bir şey söyler. “Tanrı’nın kadir-i mutlak oluşu” bu söz ve fikir  Kutsal Kitap’ın her yerinde mevcuttur. Bu imgeler sayesinde, kesinlikle mitolojik tanrıların ruh hâli değişimlerinden kurtulmuş olan tek bir Tanrı’nın sabitliği ve sadakati sağlam bir şekilde belirlenmiştir (Yunan mitolojisinde tanrılar zalim, ne yapacağı öngörülemezdir ve insanların talihsizlikleri ile, sebebi kendileri bile olsa, eğlenirler).

Öyleyse, bu klasik Tanrı vizyonlarının ötesinde, iyi bir Hristiyan teolojisi içerisinde, acı çeken bir Tanrı’dan bahsedebilir miyiz? Bu soru, bilinmesi gereken çok daha yaygın bir soruyu hatırlatır: Bu dünyada süren acıya baktığımızda, bu acının kökenini Tanrı’ya mı yüklemeliyiz? Hristiyan kişi böyle bir hipotez karşısında isyan eder. Tanrı yeryüzüne acı göndermedi. Acı, bir ceza değildir. Acı, aynı zamanda bir olgudur. Kimse ondan kaçamaz. Bunca masumun acı çekmesi vicdanımızı isyan ettirir. Acı çekmek bir skandaldır ve Tanrı tüm bunların içinde nerededir? İnsanlığın bu şekilde acı çekmesine nasıl izin verebilir? Yirminci yüzyılın trajik deneyimleri (savaşlar ve soykırım) karşısında, inançlı insan ne söyleyebilir? Tanrı’nın yokluğunu veya güçsüzlüğünü mü görmelidir?

Çok sayıda ruhu yatıştıran bir çözüm yolu açılmıştır: “Tanrı da acı çekiyor”!. Tanrı’nın acı çekmesi, bugün Tanrı hakkında söylenebilecekler için ortak bir yer oluşturur. Böylece uzun süredir tarihte yer alan, Tanrı’nın acı çektiği hipotezinin aşırı sonuçlarını ortaya çıkaran düşünceler, örneğin filozof Hans Jonas’ın veya Hristiyan bir bağlamda, teolog Joseph Moingt’in düşünceleri, ima ettikleri “geleneksel” Tanrı fikrinin, dünyaya olan bağlılığı neticesinde kendini “tüketen” bir Tanrı’dan bahsetmeye cesaret ederek yeniden ele alınmasıyla büyük bir ilgi toplar.

Bununla beraber sezgi, Kilise Babalarının zamanından beri olagelmiştir. Origenes, Tanrı’nın acısından bahseden ilk büyük Hristiyan düşünürlerden biridir. Origenes için acı, sevgisel bir acısıdır. Eski Antlaşma’da, aslında, “yürekten merhametin” ne ifade edilebildiğini anlamadıkça, acı çeken Tanrı hakkında pek bir şey duyamayız; “yürekten merhamet” ifadesiyle, Tanrı’nın kızgın olduğu, Tanrı’nın intikamcı ve kıskanç olduğunu değil, bunun tam aksini anlarız. Bu ifadeler, modern bilinci geri püskürtür; burada başka bir çağa ait insan biçimciler olduğunu rahatlıkla anlar ve Yeni Antlaşma’nın Tanrı’ya başka bir imaj yerleştirdiği için seviniriz. Yine de, bu imaj çok güvenilir olabilir mi? Tanrı’nın gazabı Aziz Pavlus’ta şimdiki zamandadır, Vahiy’de de geleceğe aittir ve Kutsal Yazılar’a dikkatle bakanlar Yeni Antlaşma’nın Eski Antlaşma’yı zihinsel formlar müzesine havale etmediğini, onun tam ve toplam güncelliğini onurlandırdığını bilir. Bu ifadelerden, Vahiy Tanrısı’nın, acıya katlanan bir Tanrı yerine, tepki veren bir Tanrı; insanın karar vermesini pasifçe bekleyen bir Tanrı yerine, insanın eylemini ve tepkisini aşma ve örtmenin yolunu her zaman bulan bir Tanrı olduğu hatırlanmalıdır. Öte yandan Kutsal Yazılar, Tutkunun hemen hemen doğrudan, az çok örtülü duyurularıyla doludur. Hizmetkârın ilahilerinde yatan anlam

(Yeşaya 52,13-53,12) müdahalesini daha sonraki bir zamana saklayan kayıtsız bir Tanrı, hareketsiz bir Tanrı değildir ve Kutsal Kitap’taki bu olgu bizi tekrar düşünmeye mecbur bırakır. İlahî bir soğuk kanlılığın basit bir biçimde doğrulanarak kalması, doğru bir iman adına imkânsız ve belki de tehlikelidir. Buradaki en belirleyici argüman, eğer Tanrı acı çekiyorsa, bize daha yakın olduğu ve bizi bu ortak deneyimden ötürü daha iyi anladığı için değildir. Tanrı’nın çektiği acı, Oğul’un çektiği acı olarak bile, hiçbir şekilde tam olarak bizimkine benzeyemez, çünkü o acı günahla ilişkilendirilemez. Acı çeken bir Tanrı’yı ​​düşünmek, O’nun sıklıkla bilge, başarılı, gereksiz bağlılıklardan özgür insanın idealini çağrıştıran soğuk kanlılık niteliğine sahip olduğunu düşünmek yerine, insan biçiminde olduğunu düşünmek değildir. Tanrı hakkında bolca söyleme sahip Kutsal Yazılar ve tefekkürlü bir sağduyuya sahip gelenek ve acı hakkında düşünmeyi gerektirir. Biz acıya genellikle insanlığın sonluluk, adaletsizlik, şiddet ve ölüm deneyiminden bakarız. Öyleyse, yaşayan Tanrı’daki, vaadin Tanrı’sındaki, İsa’yı ölümden dirilten ve böylece kendisini dolgunluk ve aşırı bolluk Tanrısı olarak açığa çıkaran Tanrı’daki bu deneyimin eşdeğerini aramanın anlamı düşünmeyi gerektirir. Acı ve şefkatin, başkalarına açıklığın, dayanışmanın işareti olduğu sürece sevgiden ayrılamaz.

O halde, acı çekmek, Tanrı’nın eşdeğerini bilmesi gerektiği bir insan gerçekliği olarak düşünülmek zorunda değildir; insanı, ilkesi Tanrı’da bulunan sevginin tam gerçeğine dâhil etmek olarak kabul edilebilir. Öyleyse acının arketipi mutlak surette Tanrı’da olacaktı yani Üçlü Birlikteliğin birliğinde. Burada söz konusu olan, Tanrı’da orijinal bir acıyı teyit etmek değil, yalnızca Tanrı’nın neden olduğu bir acıyı teyit etmek hiç değildir; burada Yaratıcı’nın yaratılandan ayrışma olasılığının kökeninde Teslis’in üç ilahî kişisi arasındaki ilişkinin birlikteliğini keşfetmek gerekmektedir.

Acı, ilk olarak günahtan zarar görmüş bir dünya tarafından ezilmek değil; her şeyden önce, başkalarını seven ve başkalarının oldukları şeyi kabullenen kişinin kabul etmesi gereken şeye verdiğimiz addır. Acı çekmenin özü, ahenkten mahrum bir dünyaya maruz kalmak değildir; bu, manevi varlığın, başkasının kendisi olmasını sonuna kadar istemesidir. Günahkâr bir Tanrı’yı, sanki kaynak ve yenileme kapasitesinden yoksunmuş gibi günah mağduru olarak düşünmek pek mantıklı gelmeyebilir. Fakat O’ndan sevmenin ve bunun ödülünün ne olduğunu öğrenmek en önemli şeydir. Tanrı’nın insana, yani kendisinin ölümüne neden olan şeylere isteyerek bağlı kalan varlığa yönelik yaptığı şey, Baba’nın Oğul’u meydana getirmesini ve Oğul’un Baba’ya dönmesini sağlayan ebedi eylemden kaynaklanır. Tanrı’nın insan için hissettiği sevgi olarak duyduğu şey maruz kalmak, açık olmak ve risk almaktır. Şunu da hemen ekleyelim: Tanrı’nın hissettiği şeyler hakkında söylenmeye çalışılan şey, soğuk kanlılığı ile tamamen uyumsuz değildir, çünkü güçsüzlük Tanrı tarafından bilerek istenmiştir; tıpkı Aziz Augustinus’un Enkarne Olmuş Kelam hakkında söylediği güzel fikirde de gördüğümüz gibi: “O’nda, güçsüzlük, güçten hareketle istenmiştir.” O halde, acı çeken Tanrı hakkında konuşmak, Tanrı’yı kendi ​​imgemize sokmanın ve böylelikle insanî durumun en zor yönlerini daha katlanır hatta değerli kılmanın yalnızca başka bir yolu olmamalı. Bu, Tanrı’nın gücü ve sevgisinin daha adil bir anlayışı olabilir. Böylece acı çeken bir Tanrı’dan bahsetmek zorunda mıyız? Bununla birlikte, Hristiyan teolojisinin sağduyusunu hatırlayalım. Modern düşüncenin bütün bir kesimi, yaratılış için Tanrı’nın Kendini geri çektiğini düşünmekten hoşlanır. Teolojinin büyük geleneği ise, tam tersine, Tanrı’nın mevcudiyeti ve yakınlığı arttıkça, insanın O’nun doğasının tamlığına göre yaşamaya daha çok özen gösterdiğini onaylar. Tanrı’nın ve kendi acımızın gizemine saygı duymanın iyi bir yolu, kesinlikle, Tanrı’nın acı çektiği iddiasını kötüye kullanmamaktan geçer. Son olarak, Tanrı’nın acı çekmeyi sevmediğini hatırlayalım. O, insan kurtuluşa kavuşsun diye İsa’da geldi.

Teolog Marie-Christine GILLET-CHALLIOL ve Teolog Éric de MOULINS-BEAUFORT,

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.