Çeviri: Pınar Ercan
Adalet kavramı o kadar sık kullanılıyor ki, bu kavramın tanımının açıkça bilindiği ve evrensel, tartışılmaz bir değeri olduğu sanılabilir. Herkes, gündelik yaşamda adaletin ne olduğunu bildiğini düşünür. Ya da daha doğrusu, bildiğini zanneder. Eğer herkesin adalete dair kendi fikri varsa, o zaman ortak bir tanımda buluşmak neredeyse imkânsız hâle gelir.
Aslında “Adalet” Yok…
Doğaya baktığımızda eşitsizlik ve rastlantısallığın egemen olduğunu görürüz. Fırtına çıktığında kamış eğilir, meşe ise kökünden sökülür. Verimli topraklar yılda dört kez pirinç verirken, kıraç topraklarda sadece birkaç yenmeyen çalı büyür. Bir yeraltı zenginlikle doluyken, bir diğeri tamamen verimsizdir.
Neden biri kazadan sağ kurtulurken, diğeri ömrünün geri kalanını ağır bir kayıpla geçirir? Neden bu genç adam hem yakışıklı hem yetenekli hem de zeki; ama şu genç kız çirkin, beceriksiz ve entelektüel kapasitesi sınırlı? Kimi sürekli sorunlarla boğuşur, kimi ise giriştiği her işte başarılı olur, tehlikeleri kolayca atlatır.
Bu durumda adaletten söz etmek mümkün değildir. Çünkü eşitsizlikler derindir ve köklüdür. Buna kader, yazgı ya da şans diyenler de vardır. Bazıları ise buna “Tanrı’nın eli” der.
Adaletsizliğin Gerçeği
Son anda işe başlayan bir işçi, günlerdir çalışanla aynı ücreti alır (bkz. Matta 6:1-16). Bu adil değildir. Bir kişi, liyakatten bağımsız olarak sorumluluk pozisyonuna getirilir. Bu da adil değildir. Göçmen işçiler ağır ve tehlikeli koşullarda çalışırken, şirketin merkez ofisi konfor içindedir. Bu hiç adil değildir…
Gündelik yaşamda adaletsizlik hissi, acı bir özlemi ve derin bir gerçeği yansıtır. Genellikle isyanın veya sessiz bir köleliğin habercisidir. Karşılaştırmayla büyür: “Neden ben değil de o?”, “Neden o değil de ben?”
“Bu adil değil” sözü, çoğu zaman durumların nesnel bir analizi değil, bastırılmış bir öfkenin dile gelişidir. Bu, gerekçelendirilmiş bir düşünceden çok, ruh ve bedenin yaşadığı acının bir ifadesidir.
Adaletsizliğin Nedenleri
Adaletsizlik, kaçınılmaz rekabetlerden, farklı çıkarlarımızdan ve bu çıkarların neden olduğu güç ilişkilerinden doğar. Bir işyeri kazanç getiriyorsa, şu soru ortaya çıkar: Kime teşekkür edilmeli? Kâr nasıl paylaşılmalı?
İşyerinin başarısında çalışanların, yöneticilerin, müşterilerin ve tedarikçilerin payı vardır. Ama herkes kendi çıkarını korumaya çalışır. Payını yeterli bulmayan kişi, ister istemez adaletsizlik hisseder.
Gözlerim “adaleti” görmüyorsa bile, somut acılar ve skandallar, insanın insana yaptığı baskılar, aşağılamalar, bencillikler ve şiddet bana adaletsizliği oldukça gerçek kılar.
Adaletsizlik, başkalarının yaptığı tüm bu somut acılar ve kişilik ihlalleriyle her çağda var olmuştur. Elbette bu kabul edilemez. Toplumsal ilişkilerde değişim yaratmak ve bu aleni adaletsizliği azaltmak için her şey yapılmalıdır.
Fakat kendimizi kandırmayalım. Bazı adaletsizliklerle mücadelede başarı kazansak da, başka yerlerde yeni mücadele alanları ortaya çıkacaktır. Adalet için çağrıldığımız görev sonsuz bir görevdir.
Hangi Tür Adaletsizlik Hedef Alınmalı?
Toplumsal yaşam, bireyler arasında kaçınılmaz farklılıklar yaratır. Maddi imkânlar, bilgi ve güç alanlarındaki bu farklar adaletsizliklerin temel kaynağıdır.
Bu üç unsurun adil biçimde dağılması gerekirken, günümüzde bu farklar çoğu zaman ayrıcalığa dönüşür. Aynı kişilerin yararına işleyen bu ayrıcalıklar, kıskançlık ve güvensizlik doğurur; insanları sosyal olarak uzaklaştırır.
Adaletsizliği ortadan kaldırmak için:
• Maddi eşitsizliklerle mücadele etmeliyiz.
• Aşırı güç ve bilgi birikimiyle mücadele etmeliyiz.
Günümüzde çoğunluğun ulaşamadığı yaşam standartları, hayal kırıklığı ve isyana yol açan bir model üretmemelidir. Gücün ve bilginin aşırılığı, otoriteye ve kibire dönüşür.
Birçok kurumda — siyasette olduğu gibi — düşünen, karar veren ve dinlenen kişiler hep aynıdır. Diğerlerinin özgürlüğü yoktur, kendilerini ifade etme şansları yoktur. Bu insanlar çoğu zaman sessizliğe, alışkanlıklara, alkole ya da kumara sığınır.
İnsanlar arasındaki bu “mesafeyi” azaltacak her şey, adaletsizliğe karşı bir saldırı olacaktır.
İster politik ister mesleki olsun, bu mücadeleye katkı sağlayacak etkili ve ölçülü pek çok yöntem vardır.
Evet, eşitsizliklerin varlığını kabul etmeliyiz. Ancak bu eşitsizliklerin aşırılığını, doğurduğu ayrıcalıkları, kıskançlığı ve kinle örülmüş güvensizliği asla hoş göremeyiz.
Bazı insanlar, kendilerinde kabul edilemez bir üstünlüğün hakkı olduğuna inanırlar. Bu zihniyete karşı her fırsatta, kararlılıkla mücadele etmeliyiz — bireysel ve toplu, mesleki ya da politik her düzeyde.
Çünkü aslında mesele, karşımızdaki zayıf insanda Tanrı’ya karşı gerçek bir saygı geliştirmekle ilgilidir.
Rakibimiz, iki bin yıldır değişmedi. O, İncil’in her sayfasında eleştirilen; kendini üstün gören, kendine rahiplik ya da erdem atfeden kişidir.
Ve çoğu zaman bu rahiplikten, bu üstünlükten bir parçayı da önce kendi içimizde taşımaz mıyız? Ve unutmayalım ki; “Adalet, zayıf olanda Tanrı’nın yüzünü görebilme cesaretidir.”
Yorum Ekle