Hamas’ın İsrail’de gerçekleştirdiği Simchat Torah katliamlarından bir gün sonra Times Meydanı’nda Amerika Demokratik Sosyalistleri tarafından düzenlenen bir mitingde kalabalıklar bir araya geldi. Bir konuşmacı “Direnişimiz yasadışı yerleşimlere saldırdı,” diye bağırdı, “ve sömürge sınırlarını paraşütle geçti.” Kalabalık coşkulu tezahüratlarla karşılık verdi.
Bu, teröristlerin İsrail şehirlerine, kibbutzimlere (ilerici, komüniteryen tarım köyleri) ve bir açık hava müzik festivaline yönelik çok cepheli saldırılarının özürsüz bir kutlamasıydı. Hamas üyeleri 1400’den fazla İsrailliyi öldürdü, binlercesine tecavüz etti, işkence etti ve yaraladı, 200 kadarını da kaçırdı. Kurbanların çoğu sivildi ve birçoğu çocuk, yaşlı ya da bebekti. Büyük çoğunluğu Yahudiydi.
Times Meydanı’ndaki toplantı Hamas yanlısı aktivizmin münferit bir örneği değildi. Hamas yanlısı gösteriler Black Lives Matter’ın Chicago şubesi ve Long Beach’teki California Eyalet Üniversitesi ve Louisville Üniversitesi’nde Filistin’de Adalet için Öğrenciler tarafından da düzenlendi ve her biri tanıtım materyallerinde yamaç paraşütü görüntülerine yer verdi- bu görüntüler genel olarak Filistin davasına değil, Hamas’ın binlerce İsrailli masuma yönelik bu özel saldırısına atıfta bulunuyordu.
Bu kampüs gruplarının üst kuruluşu Hamas’ın ilk saldırısını “Filistin direnişi için tarihi bir zafer” olarak nitelendirdi ve üyelerini sadece toplanmakla kalmayıp “zalimlerle silahlı çatışmayı” düşünmeye teşvik etti.
Bu savaş henüz ilk günlerinde. Gerçeği yalandan ayırmak ve destekçileri tarafından yanıltıcı bir şekilde ezilenlerin savunulması olarak lanse edilen bu tür bir aktivizmin neden yanlış olduğunu tam olarak anlamak zor olabilir. Ancak bu anın çağrıştırdığı karanlık tarihi bilirsek daha net bir ahlaki vizyona sahip oluruz.
Vicdanın nasıl olup da böylesine korkunç bir şiddeti meşrulaştıracak ve hatta kutlayacak kadar çarpıtılabildiğini merak edebiliriz. Dürüst olmak gerekirse, İsrailliler ve Filistinliler arasındaki belirgin güç farkının bu tepkinin bir kısmını şekillendirdiğini düşünüyorum. Hiç şüphesiz (Yahudi gazeteci Bari Weiss’ın geçen hafta belirttiği gibi) kampüslerdeki tutarsız ideoloji de bunun önemli bir kısmını oluşturuyor. Ancak bu tepkilerin en azından bir kısmının ardındaki daha ince, daha evrensel bir başka nedeni de görmezden gelemeyiz: antisemitizm.
Antisemitizmin, İsrailoğullarının Firavun tarafından köleleştirildiği (Çık. 1:9-10) ve daha sonra Amalekliler tarafından yok edildiği (Çık. 17:8-9) Mısır’dan Çıkış kadar eski bir geçmişi vardır. Yahudilere Yahudi oldukları için -asimile olmayı reddettikleri için- duyulan nefret Ester kitabının merkezinde yer alır ve Asur ve Roma yönetimi altında da yaygınlığını korumuştur. Aynı antisemitizm, M.S. 70 yılında başarısız bir Yahudi isyanından sonra Romalılar Kudüs’ü yağmaladığında da bir faktördü ve Yahudileri Yahudiye’den Orta Doğu, Afrika, Rusya ve Avrupa’ya dağılmaya zorladı.
Yüzyıllar boyunca Yahudiler asimilasyona direnmeye devam etmiş, farklı dini uygulamalarını, dillerini ve geleneklerini günümüze kadar korumuş ve geliştirmişlerdir. Yazar Walker Percy’nin bir zamanlar tanımladığı gibi, Yahudi halkının direnci bir tür tarihi mucizedir:
New York’ta, New Orleans’ta, Paris’te ya da Melbourne’da bir Yahudi ile karşılaşıldığında, kimsenin bu olayı dikkate değer bulmaması dikkat çekicidir. Onların burada ne işi var? Ama bunu merak etmek daha da dikkat çekicidir: Eğer burada Yahudiler varsa, neden Hititler yok? Hititler nerede? Bana New York’ta bir tane Hititli gösterin.
Ancak aynı direnç ve asimilasyona karşı direniş, güvensizlik ve nefret konusu olmaya devam ediyor- ve artık o eski antisemitizmden daha fazlası da var.
Bazı açılardan bu şaşırtıcı değildir. Biyologların da belirttiği gibi, yabancılar hakkında endişe duymaya yatkınız çünkü onları farklı kılan şey -dilleri ve sosyal alışkanlıkları- beynimizde bir uyarıyı tetikliyor ve kıt kaynaklar için onlarla rekabet halinde olabileceğimizi söylüyor.
Hıristiyanlık öncelikle Yahudi bir adamı Tanrı’nın Oğlu olarak tanıyan Yahudi erkek ve kadınlar tarafından kurulmuştur. Yahudi kutsal kitaplarını okudular ve birçoğu Yahudi dini uygulamalarını takip etmeye devam etti.
Yine de dördüncü yüzyıla gelindiğinde, Hıristiyanlığın Yahudi kökenleri, Yahudileri “Mesih’in iğrenç katilleri” olarak adlandıran Milanolu Ambrose gibi kilise liderlerinin aşağılamasıyla gölgede kalmıştır. Hıristiyanların Yahudi halkından intikam almaktan “asla vazgeçmemeleri” gerektiğini söyleyen Ambrose, “Tanrı’nın Yahudilerden her zaman nefret ettiğini” öne sürecek kadar ileri gitti.
Tüm bu iddialar antisemitik yalanlardır. Aynı zamanda Mesih karşıtıdırlar. Eski Ahit’in tamamı Tanrı’nın düşmüş bir dünyada çağrılmış bir kavim olarak İsrail’e olan sevgisiyle ilgilidir ve Pavlus Romalılar 9’da Tanrı’nın İsrail’e olan sevgisinin Mesih’te “yeni bir İsrail” doğarken bile kesintisiz olduğunu açıkça belirtmektedir.
Yahudilerin İsa’yı “öldürdüğü” iddiası da Mesih’in şu sözlerine doğrudan ters düşmektedir: “Kimse benim canımı benden alamaz. Ben onu gönüllü olarak feda ediyorum. Çünkü istediğim zaman onu bırakma ve tekrar alma yetkisine sahibim. Çünkü Babam böyle buyurdu” (Yuhanna 10:18, NLT). Yahudilerin İsa’yı “öldürdüğünü” söylemek İsa’ya yalancı demek anlamına gelir.
Ancak yalanlar baştan çıkarıcıdır, özellikle de kaygı ya da korkuyu hafifletmeye hizmet ettiklerinde. “İsa’yı Yahudiler öldürdü” şeklindeki kinaye, Yahudi komşulara karşı düşmanlığı haklı çıkaracak bir gerekçe olarak yüzyıllar boyunca varlığını sürdürmüştür. Tarih boyunca toplumsal çalkantıların yaşandığı dönemlerde Yahudiler düzenli olarak günah keçisi olarak gösterilmiş, siyasi istikrarsızlıktan Kara Ölüm’e kadar her şeyden sorumlu tutulmuşlardır.
19. yüzyılda, tarihi olayları anlamak için kullanılan mercek Hıristiyan hikayesinden Darwinizm ve tarihin insan güdümlü ilerlemesi gibi yeni fikirlere kaydı. Ancak bu antisemitizmi azaltmadı; sadece şeklini değiştirdi. Batı antisemitizmi, tarihsel ve Hıristiyan esintiler yerine “bilimsel” bir havaya büründü.
Yeni retorik Yahudileri diğer uluslarla rekabet eden ve onlardan çalan yabancı bir ırk olarak çerçeveledi. “Yahudi sorunu” (bilinen adıyla), Yahudilere eşit vatandaşlar olarak bir yer sunmak istemeyen Avrupa uluslarının ortak kaygısıydı.
Bu retorik 20. yüzyılda yoğunlaştı ve Naziler Yahudileri bir “hastalık” ve “haşarat” olarak çerçevelemek için yüzyılların antisemitik tarihini temel aldı. Nazi antisemitizmi ne kadar derin ve aşağılık olursa olsun, Nazi Almanyası’nın fethettiği ya da müttefik olduğu Polonya, Fransa ve İtalya gibi ülkelerin Yahudilere karşı neredeyse evrensel tepkisinin işbirliği olduğunu belirtmek korkunç ama bir o kadar da önemlidir.
Bu yerlerin çoğunda Yahudiler yerel yetkililer tarafından toplandı, malları ve toprakları ellerinden alındı, gettolara kapatıldı ve trenlere doldurulup ölüm kamplarına gönderilinceye kadar gözaltında tutuldu. Naziler bunu, “Yahudi Sorununa Nihai Çözüm” olarak lanse etti.
Bu hafta İsrail’de akıl almaz dehşet görüntülerini izledikçe -Yahudiler işkence gördü ve diri diri yakıldı, ebeveynler çocuklarının ölümünü izlemek zorunda kaldı- bu tarih her zamanki gibi güncelliğini koruyor. İsrail kısmen tam da bu dehşetleri önlemek için var. Bunların tekrar yaşanması ve Batı’da bazılarının buna üzüntü ya da sevinçle karşılık vermesi, derin bir ahlaki çürümenin işaretidir.
Şu anda kullandığımız dil önemlidir. Nazi propagandacıları Yahudileri yok edilmesi gereken “haşarat” olarak adlandırmadan önce, onlara yabancılar deniyor ve vatansız bırakılıyorlardı; dünyada bir yerleri yoktu. Hamas yanlısı protestocular “Nehirden denize, Filistin özgür olacak” diye slogan attıklarında, sıradan Filistinlilerin kötü durumunu savunmadıklarını anlamalıyız. Yahudi devletinin ortadan kaldırılması ve dolaylı olarak İsrailli Yahudilere yönelik şiddet çağrısında bulunuyorlar. Hamas’ın ideolojik müttefikleri 100 yıllık kibbutzimlerde yaşayan İsrail vatandaşlarını “sömürgeciler” ya da “beyaz yerleşimciler” olarak adlandırdıklarında, Yahudilerin bu topraklarla hiçbir haklı tarihi bağı olmayan yabancılar olduğunu ima etmiş oluyorlar. Bu her zamanki gibi yabancılaştırıcı bir antisemitizm.
İtiraf etmeliyim ki, beni en çok yamaç paraşütü ikonografisi rahatsız etti. Bu, (diğer yerlerin yanı sıra) 260’tan fazla genç İsraillinin -çoğunluğu Yahudi- barış davasını kutlamak için bir araya gelirken öldürüldüğü müzik festivaline saldırmak için kullanılan yöntemdi. Açık alanlarda katledildiler. Kadınlar arkadaşlarının cesetlerinin yanında tecavüze uğradı ve bilinmeyen dehşetleri beklemek üzere Gazze’ye kaçırıldı. Yamaç paraşütçülerini bu suçlarla ilişkilendirmeliyiz, tıpkı Nazi’leri dumanlar tüten krematoryumlarla, toplu mezarlarla ve odun gibi istiflenmiş cesetlerle ilişkilendirdiğimiz gibi. Yamaç paraşütü ile protesto pankartı taşımak, gamalı haç sallamak gibidir.
İsrailli masumların katledilmesinden dehşete düşmek, Filistin halkının çektiği acıları inkar etmeyi gerektirmez. Filistinli masumları önemsemek de antisemitizmin ve Hamas’ın dehşetine karşı soğuk ya da hissiz olmayı gerektirmez. Şiddeti körükleyen, aşırı sağcıları yücelten ve uluslararası hukuk ihlallerini mazur gören İsrailli liderlerden hesap vermelerini talep ederken Hamas’ı kınayabiliriz. Aslında Hıristiyanlar, tüm adaletsizliklere karşı çıkma ve hem İsrailli hem de Filistinli mağdurlarla ilgilenme konusundaki istekliliğimizle öne çıkmalıdır.
Bu, Filistinlilerin İsrail hükümetinin yanı sıra Mısır, Ürdün, İran, Lübnan, Suriye ve Suudi Arabistan gibi komşu devletler ile Hamas ve Filistin Yönetimi tarafından büyük haksızlıklara uğradığını anlamayı içerirken, antisemitizmin aktif olarak reddedilmesini de içermelidir.
Yahudi bir arkadaşımın saldırılardan kısa bir süre sonra bana söylediği gibi, “Hepimiz neyin geldiğini biliyoruz. İnsanlar bugün dehşete kapılmış durumda. Yarın, insanların yüzyıllardır yaptığını yapacaklar. Yahudileri suçlayacaklar. Bu sadece bir zaman meselesi.”
Yorum Ekle