Miras Dergisi

Bu ya da şu?

Ben birçok şeyle uğraşan biriyim. Bir gün kendimi Afrika’da uluslararası bir konferansta konuşmacı olarak, İstanbul’da iş arkadaşlarımla beraber bir müzik grubunda çalarken, bir gün Avrupa’da bir müzede, katıldığım kilisede piyano çalarken, uluslararası yayınlanacak akademik seviyedeki bir kitap için bölüm yazarken, kilisede ilahi söylerken, dünyanın bir yerinde antik paralar bulurken, yüksek lisans seviyesinde ekonomi eğitimi verirken, çello çalarken en uygun sesi çıkarmaya çalışırken, Türkçe kitap okurken ve arkadaşlarımla kamp yaparken buluyorum.

Fakat her zaman böyle biri değilim. Yıllarca, özellikle bir genç yetişkinken hayatım boyunca tek ve mükemmel olan Tanrı’nın yolundan çıkmama sorumluluğuyla yaşadım. Kendi varoluş amacımı ve tek çağrımı bulmam için sorumluluğumun olduğunu düşündüm.

Yaşlanmanın bazı yararları var elbette. Hayatı ve kendimi daha az ciddiye almak bunlardan biri. Bazen performans, kişilik ve insanların benim hakkımdaki düşünceleriyle ilgili sorunlarla cebelleşmeme rağmen, bu dünyadaki geri kalan yıllarımı belirli bir düzeyde memnuniyet ve huzur içinde yaşamamı sağlıyor.

Üniversite derecemin şöyle mi böyle mi olması gerekiyor gibi sorular zamanımın ve enerjimin çoğunu alırdı. Şu ya da bu şehir mi yaşamam gerekir? Burada ya da orada mı çalışmam gerekir? soruları gibi. Tüm bu sorulara cevap vermek; eğer bir şeyi seçersem, bir daha asla başka bir ilgi alanıma geri dönemeyeceğim anlamına gelirdi. Birkaç istisna ile beraber (evlilik gibi), tek bir şeyi seçmek hayatın ileri dönemlerinde farklı bir şeyi yapmanın olasılığını çıkarmak anlamına gelmesi zorunluluğu yok.

İspanyol edebiyatının önemli isimlerinden Jorge Luis Borges “Anlar” şiirinde şöyle der:

“Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneşin doğuşunu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85’imdeyim.
Ve biliyorum ölüyorum..

Jorge Luis Borges’i okumadan önce, Kral Süleyman’ın Vaiz kitabını okudum. Vaiz kitabı hayatın adaletsizliğine, ironilerine ve gerçekten önemli olaylarına odaklanır.

Hayatımda şunu mu ya da bunu mu yapmalıyım sorusuna yanıt olarak, gelmiş geçmiş en bilge adamlardan biri olan Kral Süleyman, Vaiz 9:10’uncu bölümünde “Çalışmak için eline ne geçerse, var gücünle çalış. Çünkü gitmekte olduğun ölüler diyarında iş, tasarı, bilgi ve bilgelik yoktur.” diye yazmıştır. Diğer bir deyişle ben bu ayeti kendi deyimimle ‘sana ne gelirse gelsin onu kabul et ve tüm kalbinle, aklımla ve gücünle onun için çalış. Küçük şeylere kafa yorma, çünkü hayat kısa’ olarak yorumluyorum.

Şimdi ise, elime geçen her şeyi yapmaya çalışmak risktir. Kim bana hayatıma riskli zorlukları almaya cesaret ederek başarıya ulaşacağımın garantisini verebilir? Süleyman da bu gibi sorunları düşünmüş ve şöyle yazmış: “Birini tutman iyidir, öbüründen de elini çekme. Çünkü Tanrı’ya saygı duyan ikisini de başarır.” (Vaiz 7:18). Süleyman’a göre, herhangi bir girişimde başarının anahtarı Tanrı’dan korkmaktır. Tanrı’dan korkan insanlar, yaptıkları her işte başarı olurlar. Bu her ne olursa olsun olabilir (iş yaşamında, okulda, hobilerde, sporda…). Ancak asıl soru şu; neden ‘sadece’ Tanrı’dan korkarak başarılı olabilirim? Cevap kolay, çünkü ‘RAB korkusudur bilgeliğin temeli. Akıl Kutsal Olan’ı tanımaktır.’ (Süleyman’ın Özdeyişleri 9:10). Bilge insanlar işe yaramaz şeylere adım atmaz ya da aptalca girişimlerde bulunmazlar. Bu yüzden, Tanrı’nın bilgeliği iyi muhakeme ve kavrayışla eşlik eder. Basit olarak, Tanrı’dan gelen iyi muhakeme ve kavrayış, hayatımıza Tanrı’nın bereketi olarak bilge kararlarla korunaklı hale gelir.

Mezmurlar 1:1-3 derki:
“Ne mutlu o insana ki, kötülerin öğüdüyle yürümez,
Günahkârların yolunda durmaz,
Alaycıların arasında oturmaz.
Ancak zevkini RAB’bin Yasası’ndan alır
Ve gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür.
Böylesi akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzer,
Meyvesini mevsiminde verir,
Yaprağı hiç solmaz.
Yaptığı her işi başarır.”

O ne yaparsa yapsın, hayatınızı düze çıkarır. Şunu mu ya da bunu mu yapmalıyım sorusuna cevabım: Her şeyi yap, ne istersen yap, hoşlandığın ne varsa yap. Başarılı olacaksın, ama ilk önce yüreğini doğru yere koy. Yüreğini doğru yere koymak şunun ya da bunu arasında kalmaktan daha zordur.

(Miras Dergisi 19. Sayıda yayınlanmıştır.)

Ricardo Lozano

1 Yorum

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

  • Harika bir yazı. Yaşamını anlamsız ikilemlere sıkıştırmış olanlar için birebir. Ve en önemli olan çok güzel vurucu bir cümle ile tanımlanmış. YÜREĞİNİ DOĞRU YERE KOY. Buna AMİN denir.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.