Çeviri: Pınar Ercan
Şüphesiz kaygılandırıcı olan bu tespit bir yandan da oldukça sıradan: İnsan, sanki yoldan çıkmayı diliyormuş ama bunu kendine itiraf edemiyormuş misali sürekli olarak kendinden bir kaçış halinde yaşar. Pascal bu kendinden kaçışı “eğlence”, yani insanoğlunun varoluşunu, hayatı ile ilgili en önemli unsur olan hayatın anlamını bulmak konusuna artık kafa yormamasını sağlayacak şekilde harekete geçiren sürekli bir taşkınlık hali olarak adlandırır. Eğlence bu durumda, mutsuzluğumuzun ifadesi, aynı zamanda da bu mutsuzluk bilincinin de ilacıdır: Eğlence hem zehir hem de ilaçtır. Üzerinde düşünülmesi gereken budur.
Bu noktada birdenbire bir farklılık ortaya çıkar, çünkü eğlenceyle yolunu kaybetmek ile hata yapmak bir değildir. Eğlencenin hayatın idamesi üzerindeki sonuçları farklıdır. Eğlence, varoluşun onun için en önemli olanın, yani “güçsüz ve ölümlü olma durumu” ile yüzleşmenin anlamını kaybedecek kadar yolunu kaybettiği, razı gelinmiş yanılsamadır. Bu yanılsamanın çıkış noktası, aslında çokça yanılsadığını kabul etmeyi reddeden düşüncenin kendisidir. Bu durumda eğlence, dışa vurulmuş gerçek ile düşüncenin bakış açısı arasında yer alan ve her şeyi sisleyerek flu hale getiren bir perde değildir; bu, kim olduğunu görmemek, görmezden gelemediği ve kaldıramadığı mutsuzluğu, yalnızca kısa süreli bir hayat yaşayacak olmanın verdiği mutsuzluğu kendinden gizlemek için insanoğlunun yüzüne taktığı bir maskedir.
Bu mutsuzluğu ele veren ise can sıkıntısıdır. Tam istirahatte olmak, tutkunun, ilişkinin, eğlencenin, pratiğin olmadığı bir hayat yaşamak insanın en kaldıramadığı durumdur ve insan böyle durumlarda hiçliğini, terk edilmişliğini, yetersizliğini, bağımlılığını, güçsüzlüğünü, boşluğunu fark eder. Can sıkıntısı diğer durumlara nazaran olumsuz etki etme rolüne sahip değildir, onu zorlaştıran insandır, bunu anlamak gerekir. Can sıkıntısı insanı mutsuzluğunun temeline ulaştırır; burası mutsuzluğun her türlü dış ya da özel nedeninin kendisiyle ve hayatla, mesafesiz ve engelsiz bir şekilde ve “tam istirahat halinde” karşı karşıya kalma acısını yaşayan ve bu karşılaşmayı kaldıramayacak durumda olan insana kendisi gibi gelen bu çatlak karşısında silindiği yerdir. Hastalıktan farkı ise, can sıkıntısının bilincin en dipten dışa vurduğu fenalık olmasıdır. « İsa bile can sıkıntısına <düşüyor>». İnsanlaşmanın olağanüstülüğüyle, Hristiyanlığın temeline işaret eden şaşırtıcı söz: Tanrı İsa’da, kendini can sıkıntısına varana kadar ölümlü bir tenin faniliğine aktarmış ve insan olmanın sınavını paylaşmıştır. Bu kaldırılabilir değildir çünkü can sıkıntısı bizi kendimizle yüzleşmeye mecbur eder ve bu yüzleşme bizi varoluşun kırılganlığına karşı verdiğimiz sınavla baş başa bırakır. Peki, bu kaldıramadığımız duygudan kendimizi nasıl kurtarabiliriz? Düşünmeyerek mi?
Oysa insan mutlu olmayı arzu eder. Hatta en çok arzuladığı budur. Arzunun temelini mutluluk oluşturur. Peki, mutluluğa tutunmak nedir? Kendi merkezine geri dönerek şimdinin heybetine tutunmaktır. Kaldı ki biz insanlar bunu yapamayız. Daima kendi dışımızda kalarak, bizi özgürleştirmesi gereken şeyi arar dururuz, şimdinin daima dışındayızdır ve kaldıramadığımız budur. Şimdide var olmaktan yoksun yaşarız, düşüncelerimiz beklentilerden ve hayal kırıklıklarından ibarettir, varlığımıza emek harcayarak kendimizle bütün olmayı hiç seçmeyiz. Zaten de nasıl seçerdik ki? Bunun için bizi ölümlü varlık olma kaderimizle yüzleştiren bu can sıkıntısını kesin olarak kabul etmemiz gerekirdi. Dayanamadığımız ve kaytarmaya çalıştığımız şey tam da bu olduğundan istirahati özleriz ancak tatmin olmak ve buna tutunmak imkânsız hale gelir. İnsanın varlığı, tüm varlığının kendi için ne arzu ettiği ve gerçekte ne olduğu arasındaki uyuşmazlığı keşfetmesinden ibarettir. Eğlenceyi çağıran da tutunulamayan bu durumdur. Artık ne zaman huzursuz hissetsek istirahat etmek isteriz. Burada eğlence aslında şaşırtmaca demektir, askeri taktik anlamına gelen şaşırtmaca gibi. Pascal için eğlenmek, esas olanı saklamak için sahte bir amaç vermek suretiyle beklentiyi şaşırtmaktır. Saklanan esas amaç ise Tanrı ve ölümdür. Ölüm elbette amaç değildir ancak hayatın kaçınılmaz bitişidir. Ölüm bu durumda Tanrı’nın yerini alır ve O’nu saklar, eğlence ise, kendi çapında, Tanrı’ya bizi hatırlatabilecek ölümü bizden saklar. Bu durumda eğlencenin yalnızca bir « sonu »vardır, o da gerçek « sonu » saklamak, baştan savılamayanı baştan savmaktır: Ölüm hakkındaki soru aynı zamanda yaşam, bu hayatın anlamı ve onu nasıl yaşamak gerektiği hakkındadır. Ölmek zorunda olmasaydık elbette mutlu olmamayı kabul edebilirdik ya da mutlu olmayı istemeseydik ölmeyi kabul edebilirdik. Ama durum böyle değil. O halde eğlence, aralıksız bir hareketle, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama eğilimidir. Bu analizde konu, hiçbir şekilde insani davranışlar sergilemeyi bir kenara bırakmak değildir. Konu, eğlence bilincini araştırmaktan ibarettir, çalışma da bunu kendi kendine açığa çıkarmaktadır. Pascal’a göre eğlence, her türlü insani faaliyetin kendi amacı dışında başka bir amaca hizmet etmek için biçim değiştirdiği noktada başlar.
Pascal yine de eğlenceyi ana hatlarıyla eleştirmez; bu, bu sayfalarda insanın yolunu kaybedişlerine yapılan basit bir kınamanın okunması anlamına gelirdi ve ciddi bir yanlış yorumlama olurdu çünkü eğlencede bir hiçlik varsa, o hiçliğin de bir bedeli vardır. Mutsuzluğun içinde yok olmamayı yalnızca o mümkün kılar. Pascal’ın bakış açısından çıkarılacak ders buradadır. İnsan, küçüklüğünü (kendi elindedir) aşmayan mutsuzluğunu (kendi elinde değildir) ölçmeden büyüklüğünü asla gösteremeyeceğini kabul eder. Buradaki tüm mesele vurgudur. Vurguyu sırayla bir doğrulamadan diğerine dayandırmayı bilmek gerekir. İki doğrulamadan birinin vurgusu ağır basarak tek doğrulama halini alıyorsa, eksik bir çıkarsama yapılıyor demektir. Zaten de daima önemli olan şunu anlamaktır: Bu çelişki insana kendisi gibi gelir, insan çelişki gibidir. Son olarak, büyüklük ve küçüklüğün karışımı, anlaşılmaz olmasına karşın, büyüklüğünün veçhelerini Düşüşten önceki masumiyetin ayak izlerine ve mutsuzluğunu ilk günahı izleyen bozulmaya mal ederek insan doğasının hoşnutsuzluğunu anlatır.
Peki, ama eğlence neden insanın büyüklüğünün boş ama gerçek işaretidir? Öncelikle gerçek bir huzursuzluğu gelmesi muhtemel bir istirahatin yanılsaması ile daima ilişkilendirdiği için; « tam istirahati » hedeflemeyen bir huzursuzluk asla gerçek anlamda eğlence getirmez. Hepsi bu kadar da değil. Ölüm düşüncesinden sıyrılmak için başvurduğumuz gülünç yollar aynı zamanda hiçbir insanın kendini asla saf ve basit bir şekilde sonluluğa kapatmadığını da kanıtlar: İnsan, kendini kanıtlamaktan geri kalmayan tatminsizliğiyle derinlerdeki sonsuzluk ihtiyacını gün yüzüne çıkarmıştır bile. Mutsuzluğunu iyileştirmeden kendini eğlenceye kaptıran, maskeleyen ve unutan Tanrısız insandır ancak ortaya çıkan görüntü, Tanrı’sıyla mutlu olan insanı hayal meyal gösterir. Mutluluk ne bizim dışımızda ne de içimizdedir: Mutluluk Tanrı’da, dışımızda ve içimizdedir.
Pascal’ın analizinin tek niyeti insanı kendi hiçliğinin kanıtı altında ezerek onu küçük düşürmek değildir, onu varış yerinin hakikatine göre var olmaya davet ederek üzerinde yaşadığı ve bizzat kendisi olduğu kırığın farkına varmasını sağlamaktır. İnsan hayattaki ve dünyadaki varlığının sırrı ve Tanrı ile ilişkisinin gizemi ile karşı karşıyadır. Dört bir yanını çevrelemenin güç olduğu bir yerde yaşamak durumundadır. Eğlencenin bütün biçimleriyle bu durum onu ilgilendirmiyormuş gibi davranmak dehasını gösterse de, varoluşu konusunda, bu sır ve gizem açısından, şimdi ve burada bir karar vermesi gereklidir.
Yorum Ekle