Çeviri: Pınar Ercan
İlk Kilise’de gücün hangi somut biçimde uygulandığını bilmek için, Pavlus’un yalnızca Elçilerin İşleri’ndeki idealleştirilmiş portresine değil, aynı zamanda yaşamını olduğu gibi anlatan belgelere de bakmalıyız. Bilgi bakımından özellikle Korintliler’e Mektuplar zengindir, çünkü Korint’te sorgulanan şey havarinin topluluk üzerindeki otoritesinin ta kendisidir. Mektuplar, Korint’te havarinin otoritesini sorgulayanların taraflara ayrıldığını ve güç mücadeleleri olduğunu açıkça göstermektedir. Bu durum hakkında aşırıya kaçan nokta, Korint’teki tartışmanın, Pavlus’un toplum üzerinde otoritesini kuran şeye yönelik olmasıydı: Pavlus’un vaazı ve Yasa’ya göre – ahlaksızlığı teşvik ettiği şeklinde yorumlanan – özgürlük doktrini (1. Korintliler 6:12; 8:1;1; 10: 23). Pavlus böyle bir durumda ne yapıyor? Bir havari olarak otoritesini nasıl geri kazanıyor? Birincisi, başına sorun açmadan gücünükullanarak: bir suçluyu aforoz ediyor, toplumu uyarıyor ve orada düzeni yeniden sağlıyor (1. Korintliler 5-16; 2. Korintliler 8-9). Ancak bu somut güç kullanımının çerçevesini oluşturan şey, hasımlarıyla sıklıkla hiddetli bir tonda yapılan ve havarinin meşruiyetini yeniden ortaya koyması gereken bir açıklamadır (1. Korintliler 1-4 ve 9; 2. Korintliler 1-7 ve 10-13).
Pavlus, meşruiyetini göstermek için, Galatyalılara Mektup’ta, benzer bir durumda yaptığı gibi, kendisine yetki veren örnekleri -Tanrı’nın kendisinden aldığı görevi ve “Kilise’nin sütunları” (Galatyalılar 1:2) – sayarak yol almaz. Aksine, gücünün işaretlerini hemen gösterir ve bu işaretler paradoksaldır. Bunlar güçsüzlük ve delilik hakkındadır. Pavlus, Korint’teki muhaliflerine kendi doktrininin onlarınkinden üstün olduğunu söyleyerek cevap vermemeye dikkat eder; aksine, onlara zayıf olduğunu ve öğretisinin çılgınca görünebileceğini kabul eder. Pavlus bu zayıflık argümanını sürekli kullanır. Vaazının pek inandırıcı olmadığını söyler (1. Korintliler 2, 1-5; 2. Korintliler 10, 1. 10; 11, 6); vaazı için tüm ücretlerden feragat eder (1. Korintliler 9, l-18; 2. Korintliler 11, 1-7); iç ve dış sıkıntılardan geçtiğini fark eder (1. Korintliler 4, 9-13; 2. Korintliler 4, 7-12; 6, 4-10; 11 23-33); kendisini bir “süper havari” zannetmez (2. Korintliler 11: 5).
İhtiyaç duyduğu destek, Kilise’nin gücünün özünde bulunur. Meşruiyetini Kilise’den alır. Vaazının gücü ona Mesih tarafından aktarılır. Onun otorite modeli, insanlığındaki İsa’dır (2. Korintliler 13, 3 ve devamı); hüküm sürmek için değil hizmet etmek için gelen (Matta 20, 25-28; bkz. 2. Korintliler 1, 24; 4, 5) acı çeken (Filipililer 2, 7 ve devamı) ve gücü çarmıhın güçsüzlüğünde ortaya çıkan (1. Korintliler 1, 23-25) hizmetkârın yüzüdür. Onun vaazının ve otoritesinin ilahi tasdikini oluşturan şey onun vecdleri değil, alçakgönüllülüğüdür; çünkü kendisindeki güçsüzlüklerinin Tanrı tarafından kendisinden alınmadığını bilir. Ve sahip olduğu güç ve kudretin bolluğunun (Efesliler 1:19) ondan değil, Tanrı’dan geldiği ancak bu güçsüzlük aracılığıyla ortaya çıkar. Bu nedenle, Kilise’de güç, Pavlus modeline göre uygulanmalıdır.
Kilise’deki otoritenin, güçsüzlüğü ve çaresizliği içindeki Pavlus’un yaptığı gibi uygulanması gerekse bile, Kilise tarihi bunun her zaman böyle olmadığını göstermiştir. Başka türlü olabilir miydi? Elbette, Kilise’nin fakir ve tüm güçten yoksun olduğu zamanlar ve yerler her zaman olmuştur. Ancak, genel olarak, Kilise büyüyebildi ve sadece inananlarının sayısıyla bile olsa, dünyanın güçlerine rakip olan büyük bir güç biçimi hâline geldi. Kilise’nin otoritesi inananların vicdanının içlerine kadar uzanabildiğinden, hatta Kilise insanlar için kurtuluş ve yıkım kriterlerine karar verdiğinden, Kilise’nin gücü tarihte çok daha büyüktü. Kilise’nin gücü her zaman kıskanılmıştır. Eski ve hatta yakın tarihte bazı devletler, Kilise’yi ve onun hayali gücünü taklit ederek vatandaşları üzerinde aynı düzeyde bir güç ve kontrol elde etmeye çalışmışlardır.
Tarihsel olarak Kilise için en büyük tehlike ya da daha doğrusu gerçek şeytanî kandırmaca, otoritesini sağlamak için geçici gücü kullanmak olmuştur. Kilise geniş çapta “seküler kol”a başvurmuş, kendi hakikatini şiddetle empoze etmiş ve her türlü güç kullanımını “Tanrı’nın güçlü koluna” terk etmemiştir (Mezmur 89, 11). Bu kandırmacanın Kilise’de durmadan peydah olması şaşırtıcı değildir. Güç ile ilgili ayartma, İsa’nın çölde karşılaştığı üç ayartmadan biridir (Matta 4: 2 ve devamı); İsa’nın kendisi, gücünü göstermek için mucizeler yapmaya kışkırtılır (4: 5 ve devamı); ancak İsa’daki tüm ayartmalar, gücün terk edilmesiyle alt edilir. İsa gücünü kullanmayı reddeder ve böylece meleklerin hizmet ettiği gerçek Mesih olduğu ortaya çıkar (Matta 4:11). Daha sonra İsa gücüyle mucizeler yapacaksa, bu her zaman zor durumdaki kimselere yardım etmek için olacaktır. Sonunda tutuklanıp, yargılanıp, çarmıha gerildiğinde her türlü güç kullanımını terk etmeye kadar gidecektir. İsa’nın – insanlara (Matta 17:22), başrahiplere ve hukuk bilginlerine (a.g.e. 20, 18) ve bunlar tarafından “Uluslara” – “teslim edilmeyi” kabul ederek tüm yetkilerden vazgeçmesi (a.g.e. 20, 19) Tutku öykülerinde özellikle vurgulanır. İsa’nın güçten feragatı çok açık bir şekilde görülür: Sanki bir nesneyi hareket ettirir gibi, tepki göstermeksizin kendini “teslim olmaya” bırakır.
İsa’nın güçten vazgeçmesi şüphesiz Kilise için bir model teşkil etmelidir. Vatikan II’den yapılan bir alıntı bunun altını çizer nitelikteliktedir: “Bilirsiniz ki, ulusların önderleri sayılanlar, onları egemenlik hırsıyla yönetirler, ileri gelenleri de onlara ağırlıklarını hissettirirler. Sizin aranızda böyle olmayacak. Aranızda büyük olmak isteyen, diğerlerinin hizmetkârı olsun. Aranızda birinci olmak isteyen, hepinizin kulu olsun. Çünkü İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları uğruna fidye olarak vermeye geldi” (Markos 10, 42-45). Güçten vazgeçmek şiddetsizlikten çok daha fazlasıdır. İsa’nın müritleri, güçlülere hep gösterilen saygı işareti de dahil olmak üzere tüm güçten vazgeçmelidir. “Kimse sizi ‘Rabbî’ (guru!) diye çağırmasın” (Matta 23: 8 ve devamı).
Bu güçten vazgeçişle, Kilise ve onun içerisinde otoriteyi kullanan her kimse, otoriteyi her zaman yeniden öğrenmek zorunda kalacaktır. Bu anlamda, güçten vazgeçmeye benzeyen Hristiyan yoksulluğu gibidir. İsa’nın vaazı her şeyden önce gerçekten fakir ve güçsüz insanlara hitap ediyordu ve bir mürit İsa’yı daha yakından takip etmek istediğinde, onunla “olmak” ve onun tarafından gönderilmek” için yine çok somut bir şekilde “her şeyi bırakmak” zorundaydı. (Markos 3:14). Bununla beraber, “her şeyi terk etmenin” İsa’yı daha yakından takip etmeye götüren bir yol olabileceği ancak yüzyıllar sonra keşfedildi. Bu yolu keşfedenler ilk Hristiyan keşiş Antuan ve Fransisken tarikatı kurucusu Assisili Fransis oldu. Ancak onların ardılları da kendi deneyimlerinden yola çıkarak, Mesih’i takip etmek için “her şeyi bırakmamız” gerektiğini öğrenmek zorunda kaldılar. Zenginlik de, tıpkı güç gibi, tabiri caizse, insanın kalbine yeniden ve yeniden dönme eğilimindedir; bu nedenle zengin ve güçlü olma arzusuna karşı korunmak büyük bir içsel uyanıklık gerekir. Nihayet, özellikle son yıllarda – maddi mallar, kendini gerçekleştirme olasılıkları, zamanınızı değerlendirme özgürlüğü, ne yapmak istediğimize karar verme özgürlüğü vb. – zenginliğin ve yoksulluğun binlerce biçimi olabileceğini kabul ettik. Aynı şekilde gücün ve güçten vazgeçmenin de binbir farklı biçimi olacaktır. Ama Kilise’nin yoksulluğu, her şeyden önce, aynı zamanda ve daha şiddetli bir biçimde, güten feragat için ortaya çıkan bir sorunu ortaya çıkarır. Havarilikte veya irşatta, yoksulluk arzusu ve Kilise’nin etkinliğine yönelik çaba arasında bir çatışma söz konusudur. Peki yoksulluk ve güçten feragat, Kilise’deki çalışmaların etkinliğini bir dereceye kadar engellemiyor mu? Yeni Ahit’i okurken elde ettiğimizi düşündüğümüz şey doğruysa, bu soruyu tersinden sormamız gerekecek: Hristiyan bakış açısına göre verimlilik, ne ölçüde çaba gösterilmesi gereken bir hedef olabilir? “Çünkü ne zaman güçsüzsem, o zaman güçlüyüm” (2. Korintliler 12:10).
Yorum Ekle