Günümüzde “modern mitoloji” olarak da adlandırılan, plastik sanatlar, görsel sanatlar gibi çeşitli sanat dallarının kategorileştirilmesinin yanısıra, şahsen fotoğraf ile birlikte “şımarık sanatlar” olarak adlandırdığım sinema; hiç kuşkusuz sinemanın mucidi Lumiere Kardeşlerden beri çağının tanığı, mesajı, kanıtı, kimi zaman spekülasyonu ve hatta propagandası olmuş bir sanat dalı. Öyle ki çağının tanığı olmaktan geçerek geride bıraktığı izleri, günümüze ve daha ilerilere taşıyabilecek bir güce de sahip.
Hristiyan filmlerinin sinema tarihindeki yerine bakacak olduğumuzda ise karşımıza çıkan tablo pek iç açıcı değil. Niyetim; seyirci etkileşiminden, gişeden, yapım aşamasından geçemeyip sınıfta kalmış filmlere haddim olmayarak bir eleştiri de kendimden getirmek olmasa da en azından işi bilen insanların bu konuda yaptığı yorumlar ışığında kısa bir bakış açısı sunabilmek.
Birçok sanat dalından ve anlatım dilinden ögeyi kendine devşiren sinema, Hristiyan öykülemelerinde neden istenilen başarıyı yakalayamıyor diye düşünmek gerekiyor. Epik ya da lirik birçok öyküyü başarıyla ve sanat değeri yüksek bir biçimde anlatabilen film eserleri varken; Kutsal Kitap’taki öykülerin olması gerektiği kalitede beyaz perdeye uyarlanamaması tüm dünyada dikkat çeken bir sorun hâline gelmiş bulunmakta.
Bütçe; pahalı bir sanat dalı olan sinema için önemli bir etken fakat gerçekten de her şey demek değil. Bu sebeple yapım aşamasındaki maddi sıkıntılar sebebiyle öyküyü istenildiği kadar görsel ve işitsel bir seyir hâline getiremeyen filmleri bir kenara alıyorum ve ana problem olarak görmüyorum. Çünkü; irdelenmesi gereken başka ana problemler mevcut bulunuyor.
Evanjelik bir sinema yazarı olan Dallas Jenkins; “Kutsal Kitap’tan mesaj taşıyan filmler nadiren heyecan verici. Birçok Hristiyan filmi, mesaj odaklı parametrelere takıldığı için öykülemenin doğası gereği başarılı olamıyor. Hristiyan izleyici kitlesi “güvenli, sözünü tutmuş ve inanç odaklı mesajı” almaktan memnun iken seyircinin bu filmlerde arzulamadığı sanat kaygısı ve yüksek standartlar hiçe sayılmış oluyor.” diyor ve aslında Hristiyan filmlerinin, alternatif bir gerçeklik yaratan ve niyeti düş satmak olan sinema sanatında etliye sütlüye bulaşmamak, kimseyi mutsuz etmemek, kırgınlık yaratmamak ve hassas noktaların yakınında bile hiç bulunmamak adına kendi hâlinde bir yapıma döndüğünü belirtiyor.
Churchleaders adlı internet sitesinin editörü Nicole Cottrell ise “acaba” diyerek farklı iki başka noktaya dikkat çekiyor. Birincisi; Hollywood’un ahlakî ve inanç odaklı bir endüstri olmamasından Hristiyan yapımlarının gerektiği kadar başarılı olamaması üzerine düşünüyor. Bir diğeri ise Hristiyanların inanç filmleri istemesinin sebebinin ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Tahmin yürüterek ve sanırım biraz da tiye alarak Cumartesi gecesi izleyecek bir şey olsun diye düşündüklerini ya da çocuklarına evde ya da gençlik toplantılarında gösterecekleri herhangi bir film olsun fikrinde olduklarını tahmin ediyor.
Hollywood’un büyük ve dünyaya öyle ya da böyle yön vermiş ve yön vermeye devam eden yapımlar verdiği bir gerçek ancak mevzu; sanatsal bir eser koymaya geldiğinde istenenleri o endüstri içinden çıkarmak şart değil. Avrupa ya da Orta Doğu Sineması ve anlatım dili; sinema sanatının doğuşu ve gelişimindeki hakiki değerleri ortaya koymaya devam ederken, Eski ve Yeni Ahit’in de Orta Doğu coğrafyasından çıktığı düşünüldüğünde anlatım dilini doğru yerde arayıp aramadığımızı kendimize sormamız gerekiyor. Bununla birlikte, nicelikten ziyade niteliğin önemli olduğu da akıldan çıkarılmamalı.
Özellikle 2014 yılı, Hristiyan filmlerinin seyirciyle hatrı sayılır bir derecede buluştuğu bir yıl olunca bu konuda yorumlar da yapılmış. Hristiyan temalı ve Hristiyan yapımı filmler 2013 yılına göre çok daha fazla olup bu konuda, seyirci açısından da bir patlama gördüğünü düşünen Forbes’un gişe analisti Scott Mendelson; “Güvenle söyleyebiliriz ki 2014 yılında Hristiyan temalı filmler, çizgi roman süper kahraman filmleri karşısında sayıca üstün gelmiş bulunuyor. Bunun iyi mi kötü mü olduğu konusunda bir şey diyemiyorum ama en azından bir “şey”.” diyor.
Gospellocation sitesinin “Sanat&Kültür” editörü Andrew Barber’ın dikkat çektiği noktalara bakacak olursak, kendisi Hristiyan filmlerinin iki öncelikli problemine vurgu yaparak “aldatıcılık ve samimiyetsizlikten” ve C. S. Lewis’in “egoistic castle-building” diye adlandırdığı durumdan bahsediyor.
İlki, kilise destekli birçok yapımın öykü anlatımı ile yola çıkıp salt vaaza dönerek kör kör gözüm parmağına bir hâle dönüşmesini belirtiyor. İkinci durum ise C. S. Lewis’in “An Experiment in Criticism“de açıkladığı “egoistic castle-building”. En imrenilebilir ve en takdire şayan figüre odaklanan bu durum romanlar için ortaya atılmış bir tabir olup okuyucuları kapsarken aynı zamanda seyircileri de ilgilendiriyor. Kısacası; film öykülerinde de derinlikli, nitelikli ve çok yönlü karakterler görmek dramatik anlatım için şart ve bu eksiklik göze çarpıyor.
Yazı içerisinde tıpkı Hristiyan filmlerinin de problemlerinden biri olan etliye sütlüye bulaşmamak tabirinin caizliğine sahip durumu altında bir ironi oluştururcasına ben de iyi ve kötü Hristiyan film örneklerine girmedim. İyi yapımlar yok mu, var. Ancak, arzulanan ve yapılabilecek nitelik ve niceliğin çok çok altındalar.
Sanat; herhangi bir gerçekliğe uygun olsun ya da olmasın, yarattığı alternatif bir gerçeklikle alıcısında farkındalık yaratan ve yaratması gereken bir olgu. Sinema da elindeki gücüyle hem tehlikeli, hem de tehlikeli olduğundan çok etkili. İnanç sahibi seyirciler, sinemanın inançla çelişen tuzak ve tezatlarından başarıyla sıyrılmış kayda değer yapımları seyretme arzusu taşıyor ve bunu hak ediyorlar.
İçeriğinden Alıntılanan Kaynaklar
http://churchleaders.com/outreach-missions/outreach-missions-articles/156564-why-do-christian-movies-suck.html
http://www.relevantmagazine.com/culture/film/features/23250-why-are-christian-movies-so-bad
https://www.thegospelcoalition.org/article/the-problem-with-christian-films
Kalemine sağlık Kerem. Çok objektif olarak degerlendirmissin. Kutsal Kitap ile ilgili tespitlerin Çok doğru.