Gözlerimizin önündeki şey nedir ?
Doğa ilk bakışta insana sessiz görünür. Kulaklarına anlamlı hiçbir ses gelmez. Doğa acaba dilsiz olabilir mi ? O kadar emin olmayalım! Hayvanlar bazı bitkiler gibi sinyallerle kendi aralarında iletişim kurar. İnsan geniş bir işitme kapasitesine sahiptir. Bununla birlikte, kendi etrafında birçok sinyal algılasa da büyük çoğunlukla bunları anlamaz. İnsan canlı’yı gözlemlediğinde, bakışları büyük bir çoğunlukla boştur. Şekiller, renkler, sesler algılasa bile, kulakları gibi gözleri de duyularına görünen şeyin güzelliğini, ihtişamını, özerkliğini hemen algılamaz. İyi görmek için, iyi dinlemek için, bunları yapmayı öğrenmek gerekir. Sürekli daha da büyüyen şehirlerde telaşa kapılan modern insan doğaya bütünüyle yabancılaşmıştır. Hayatının girdabına yakalanmış, hedeflerine ulaşmak için endişelibir haldedir. Artık sonbaharda ağaçlardaki yaprakların renk değişimini hoşlanarak seyretmez veya kışın deniz kokusuyla ıslanmak için yol kenarında bir süre duracak zaman ayırmaz. Gözlerinin önünde ne vardır? Sorunları ! Kulaklarını hangi sesler doldurur ? Şehrin kulak delen ve agresif sesleri.
Daha iyi görmek için gözleri rahat bırakmak
İnsan dünyaya ve özellikle de gıdasını elde ettiği doğaya temaşa edebilmek ve onda kendi gizemini yakalayabilmek için, görüşünü düzeltmelidir. Eğer göz incelediği şeye çok yakınsa hiçbir şey görmez. Eğer nesnesinden uzaklaşırsa, algısı daha netleşir. Bu durumda yapıdaki perspektifleri, bütünlükleri, uyumu veya uyumsuzluğu ayırt edebilir. İyi görmek için doğru mesafeyi bulmayı bilmek gerekir. Bu yapıyı iyi anlamak için İnsan, doğru mesafede konumlanmalıdır, ne onunla karışma riskini yaratarak çok yapışık, ne de onun kaderine kayıtsız kalma riskini yaratarak çok uzakta olmalıdır. Doğa ile ilişki dürüst bir mesafeyi gerektirir. İnsan hayatında dürüstlük, başka bir deyişle, insan ile çevresi arasında birlikteliğin korunması doğru mesafe, insan hayatının önemli meselesidir. İnsanın doğaya olan bakışı dürüst müdür? İnsanın bakışları bazı nesnelere odaklandığında dürüst olmaz. Doğaya odaklanmış bir bakış insanı doğanın sahip olunacak, sömürülecek, kendi çıkarı için şekli değiştirilecek bir nesne dışında bir şey olmadığına inanmaya götürür. Doğaya temiz ve iyi bir bakış saygı duyan, gözleri önünde güzel, saf, taze olarak kendini sunan şey için, her şeyi kendine mal etmeyen ve teşekkür eden bir bakıştır.
“Eğer gözün günah işlemene neden olursa, onu çıkar at” (Matta 5, 29)
Bir resimden, bir müzikten tat almak için duyuların eğitimli olması gerekir. Bakış da tıpkı işitme gibi yetiştirilir. Örneğin bir baba oğluna, genç bir kıza saygıyla bakmayı öğretmekle yükümlüdür. Ergenliğinde bir sürü karşılıklı arzu geliştirmeye, dürüstçe arzuladığı şeyi arzulamaya, başka bir deyişle saygı ve sevgi duygularının hırs ve zorbalıkla kontrol sahibi olmasına izin vermeye başlayan oğluna ya da kızına öğretmek babanın işidir. Doğayla birlikte de, benzer bir eğitim yaklaşımı gereklidir. Doğa ele geçirilmek için kendisine göz dikilmeden saygılı bir biçimde görülmeyi ve sevilmeyi hak eder. İnsan için doğayı ele geçirmeyi istemeden sevmeyi öğrenmek, yol alırken onun hassasiyeti ve kırılganlığını benimsemeyi öğrenmektir. Fakat insana, yırtıcı içgüdüsünden ziyade onun duyarlılığından, hassasiyetinden bahsetmenin önünü açmayı kim öğretecek ? Bir ağacı budamaktansa onu kesmeyi öğrenmek o kadar cesurcadır ki! Eğer gözün yırtıcı bir gözse, onu çıkart at!
Kimliğini daha iyi bulmak için bencillikten uzaklaşmak
İnsan kendisini çevreleyen dünyanın değerini anlayabilmek için, kendi bencilliğinden uzaklaşmayı öğrenmesi gerekir. Başka bir deyişle kendi küçük varlığı için daha az endişelenmeyi, sorunlarını unutmayı öğrenmesi gerekir. Bu görkemli ve güzel doğaya doğru bir biçimde bakabilmek ve etki edebilmenin koşulu budur. İnsanın kendini merkezsizleştirmesi asla içsel bir dirençle gerçekleşmez. Kendini unutan insan kendisini çevresi tarafından tehdit altında hissedebilir. Fakat bununla birlikte, bu “kendinden çıkmayı” kabul ederse, kendisini çevreleyen doğanın ona yabancı olmadığını, aksine, kendisinin onun bir parçası olduğu, onun temel bileşenlerinden biri olduğunu anlamlaştıracaktır. Ondan korkmasına gerek yoktur. İnsan doğayla olan ilişkiye aşina olmalı, kendini “toprak” olarak, yani topraktan gelme olarak görmekten artık utanmaması gerekir (Adem ismi, İncil’in ilk insan olarak tanıdığı Adem, İbranicede kırmızı topraktan olma anlamına gelir). İnsan doğduğu bu toprağa, doğayla kabul edilebilir bir ilişki içinde yaklaşınca, ona gerçek kimliğini algılama fırsatı verir.
Ekolojik bir bakış için sevgi dolu bir zeka
İnsan kim olduğunu, kendisini doğa ve hayvanlarla kıyaslayarak anlar. Kendini bu şekilde kıyaslayarak kendi hakkında neyi anlamlandırır? Bunlardan zekasıyla ayrıldığını. Ve ona bu dünyada eşsiz biçimde tutunmasına olanak veren şey de bu zekadır. Ve ona estetik gibi ahlaki değer yargıları taşıma olanağını veren de bu zekadır. Bununla birlikte, onu yeryüzündeki bütün canlı türleri arasında böylesine eşsiz kılan bu akıl onu en kötü yollara da sürükleyendir.
Eğer zeka soğuk ve hissiz kalırsa, eğer onu çevreleyen dünyaya hayran kalan, tek kelimeyle İnsan onu seven bu dünyada kavradığı şeyden hoşnut olan zorbacı bir akla dönüşürse büyük tehlikeler yaratır. Tam da Aziz Pavlus’un “Sevginin üstünlüğü”nde hatırlattığı gibi: “… bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam…, ama sevgim olmasa, bir hiçim” (1 Korintliler 13:2). Sevgisi eksik olan bir zeka yanılgıya düşmüştür. İnsanı kendi kimliği hakkında yanıltır. Onun dünyada gerçekten ekolojik bir bakışa sahip olmasına engel olur.
İnsan yeryüzününü kıskanır mı ?
İnsan doğal çevresine neden bu kadar az saygı gösterir? Neden ona böylesi bir şiddet uygular? Yeryüzü insandan önce var olmuştur ve çok büyük ihtimalle ondan sonra da var olacaktır. İnsanın ona şiddetli bçimde egemen olma yolunu araması belki de kıskançlıktandır. İnsan bakışına göre sonsuz bir varoluşa sahip bir yeryüzü karşısında, sonlu olan insan bu karşılaştırmaya katlanamaz. Ve yine de, yeryüzü hiçbir bakımdan insana egemen olmaya veya onu alaşağı etmeye çalışmaz. Aksine, kendini ona sunar ve ona karşı direnmez. Kendini tamamen onun hizmetine verir denebilir. İnsanın kendi çıkarı için istismar edilmekten dolayı üzgündür ve bunun sonucu da felaket doğurur. Günümüzde bu besleyeci yeryüzü yerleşimcileri tarafından daha önce hiç bu kadar bozulmamıştı. (WWF’nin son raporuna göre, dünyadaki vahşi hayvan nüfusunun %50’si 50 yıl içinde yok oldu ve şu anda havada, sera gazı etkisinde bugüne kadar hiç varolmamış oranda gaz bulunmaktadır.)
Bakışı değiştirmek
Toprak herkesin hizmetindedir. Hiçbir insan grubuna özel olarak ait değildir. İncil geleneğine göre Tanrı onu yarattı sonra da onu insana emanet etti. Yaratılış hikâyesinde, Tanrı insanı Yeryüzü’nün denetimcisi yapar (Yaratılış 1 :28). Onu sahip değil, yönetici yapar. Dünya insanın yönetimine emanet edilmiştir ve Tanrı bunun için ondan hesap soracaktır. Öyleyse onu gelecek nesiller için temiz ve yaşanabilir olarak muhafaza etmek her bir kişinin yeteneği ve sorumluluğu altındadır. Bu sorumluluk özellikle, en zengin konuklardan beklenir, bakış değiştirmek, yırtıcı bir bakıştan temaşa bakışına geçmek başkalarından çok onlara düşer.
Yorum Ekle