Hristiyan inancının en önemli olaylarından biri, İsa Mesih’in dünyaya gelişi yani Enkarnasyon’dur. Ancak bu olay, yalnızca insanlığın günahlarından kurtulması için bir çözüm planı mıydı? Yoksa Tanrı’nın yaratılış için en başından beri belirlediği bir amaç mıydı? Bu sorular, Orta Çağ’da iki büyük teoloğun, Thomas Aquinas ve İskoçyalı rahip John Duns Scotus’un düşünceleri arasında derin bir tartışmayı doğurdu.
Aquinas, İsa’nın yeryüzüne gelişini insanlığın Tanrı’ya itaatsizliği sonucu bir kurtarma operasyonu olarak gördü. Ona göre, Tanrı, insanlığın düşüşünü öngörmüş ve bir çözüm olarak İsa’yı göndermişti. Bu görüş, Eski Ahit’teki Tekvin 3 gibi bölümlerde ima edilen kurtuluş vaatlerine dayanıyordu.
Buna karşılık, Duns Scotus, Enkarnasyon’u Tanrı’nın yaratılış planının merkezine yerleştirdi. Ona göre, İsa’nın dünyaya gelişi, sadece günahın çözümü değil, Tanrı’nın insanlıkla ilahi yaşamını paylaşma arzusunun bir ifadesiydi. Efesliler ve Koloseliler’de yer alan, tüm yaratılışın Mesih’te bir araya geldiğini ifade eden pasajlara dikkat çeken Scotus, bunun Tanrı’nın orijinal planı olduğunu savundu.
Enkarnasyon: Bir B Planı mı, Tanrı’nın Asıl Amacı mı?
Bu tartışma, Hristiyan inancının merkezinde yer alan bir soruyu gündeme getiriyor: İsa’nın yeryüzüne gelişi, insanlığın düşüşü yüzünden ortaya çıkan bir zorunluluk muydu? Yoksa Tanrı’nın en başından beri insanlıkla kurmak istediği derin bir bağın bir parçası mıydı?
Scotus’a göre, Tanrı evreni, insanlıkla ilahi yaşamını paylaşmak için yarattı. Bu, bir düzeltme değil, yaratılışın temel amacıdır. Yani İsa’nın dünyaya gelişi, insanlık için Tanrı’nın sevgisini ve lütfunu göstermenin en yüce şekliydi. Bu görüş, yaratılışın ve kurtuluşun Mesih’te birleştiğini vurguluyor.
Yeni Bir Kimlik: “Mesih’te” Olmak
Pavlus’un mektuplarında sıkça geçen “Mesih’te” ifadesi, Hristiyan yaşamının temelini oluşturur. Bu ifade, Mesih’in takipçilerinin yalnızca günahlardan kurtulmakla kalmayıp, Tanrı’nın planına aktif bir şekilde katıldığını vurgular. Örneğin, Pavlus’un “Mesih’te yeni bir yaratılışız” ifadesi (2 Korintliler 5:17), kurtuluşun kişisel bir değişimden çok daha fazlasını içerdiğini gösterir.
İsa’nın Görevi ve Bizim Sorumluluğumuz
Enkarnasyon, sadece geçmişte gerçekleşmiş bir olay değil, aynı zamanda bugün Hristiyanların yaşamında devam eden bir gerçektir. İsa’nın öğrencilerine verdiği görev, Tanrı’nın Krallığını dünyaya getirmekti. Bu görev, inananların adalet, sevgi ve merhamet yoluyla Tanrı’nın karakterini yansıtmasını içerir.
Örneğin, Duns Scotus’un “Mesih’in Evrenin Mutlak Önceliği” doktrini, Hristiyanların görevini net bir şekilde tanımlar: Mesih’te kök salan bir kimlikle, dünyada Tanrı’nın Krallığını yaymak. Fakirlere yardım etmek, acı çekenlere destek olmak, yalnızca insani bir zorunluluk değil, Tanrı’nın yaratılışındaki ilahi görüntüyü yüceltme görevimizdir.
Doğa ve Sanat: Tanrı’nın İncisi
Hristiyan inancı, yalnızca insanları değil, doğayı da Tanrı’nın bir sanat eseri olarak görür. Simone Weil’in dediği gibi, “Dünyanın güzelliği, maddenin içinden bize gelen Mesih’in şefkatli tebessümüdür.” Bu, doğaya olan saygımızı da şekillendirir; çünkü doğa, Enkarnasyon’un sahnesidir.
Sanatın ve yaratıcılığın Hristiyan kimliğiyle nasıl bağlantılı olduğunu vurgulayan Japon sanatçı Makoto Fujimura’nın bir sözü de bu anlayışı pekiştiriyor: “Tanrı’nın yaratıcılığı, Genesis’ten Vahiy’e kadar tüm kutsal kitap boyunca görülür.” Tanrı, tüm yaratılışı yenileyeceğini vaat ederken, bu yaratıcı sürecin bir parçası olmamız için bizi çağırıyor.
Noel ve Yaratılışın Zirvesi
Vahiy kitabında İsa’nın kendisini “Alfa ve Omega” (Başlangıç ve Son) olarak tanımladığı gibi, Noel de yaratılışın bu ilahi planının bir doruk noktasıdır. Bu olay, yalnızca geçmişte yaşanmış bir mucize değil, hâlâ süren bir kozmik restorasyon sürecidir. Tanrı’nın bu büyük planında, inananlar olarak bizlere düşen görev, dünyayı Tanrı’nın sevgisiyle yenilemektir.
Yorum Ekle