Hayatımız dini, sosyal ve kültürel deneyimlerimizin bir sonucudur. Bu deneyimler, -kontrol edebildiklerimiz ve edemediklerimiz dahil- bizi şekillendiren ve hazırlayan süreçler olarak bir yaşam biçimi oluşturmamızı sağlıyor. Çocukluğumuzdan itibaren aileyle başlayan bu sürece, okul, iş ve diğer etkenler dahil oluyor ve kendi iç varlığımızla bütünleşip “bizi” inşa ediyor. Ve sonrasında bütünleyici –tamamlayıcı- bir etken olarak “inanç” kavramıyla yüzleşiyoruz. Aslında varoluşsal olarak iç dünyamızda izlerini taşıdığımız Tanrı ve din kavramlarıyla bir sosyal olgu olarak karşı karşıya geliyoruz. Başkalarının da dahil olduğu toplumsal bir mesele bir birey olma mücadelesi olarak inançla tanışıyoruz. Bu noktada kimliğimiz tam bir tanıma kavuşuyor. Hangi tercihi yapmış olursa olsun, inanç meselesiyle yüzleşmeden geçen bir yaşam örneği yoktur. Bunu dinin toplumsal olarak dayatılması veya bireyin vicdan aracılığıyla edindiği Tanrı arayışının bir sonucu olarak iki cephede değerlendirebilirsiniz. Ama kaçınamazsınız. Görmezden gelemezsiniz. Bu nedenle birey olarak kendinizi tanımlarken din, sosyal yaşam ve kültür inşa ettiğiniz binanın temelleri olarak görülür.
Ulaşılması çok da zor olmayan bu bilgiyi neden verdim? Bir şey keşfetmiş gibi üst perdeden bir tanım yapmak falan istemiyorum. Sadece inancın bir bireyin kimliği açısından ne kadar önemli olduğuna dair bir giriş yapmak amacım. Kendimizi genelde şurada doğdum, burada büyüdüm, babamın mesleği şuydu, annem şuradan göçmüş v.s gibi daha sosyo-kültürel kliklerle tanımlamayı severiz. Ancak bireyin ve toplumun bütün sosyal ve kültürel edinimleri içerisinde inanç meselesi vardır. Hem de en merkezi konumda. Bu sebeple içinde bulunduğumuz inanç toplumu içerisinde, yanlış giden şeylerin kimliklerimiz açısından ne kadar yıkıcı olabileceğini hatırlamak için iyi bir sebebimiz vardır. Varlığımızı şekillendiren bu üç temel unsur birbirleri içinde sürekli etkileşim içindedir. Özellikle de din –inanç- diğerlerini teslim alacak kadar güçlü toplumsal farklar yaratır. Bunun yaşam alanı cemaatlerdir.
Hristiyan toplumuda, özellikle batı dünyası içerisinde cemaatçilik, son çeyrek yüzyılda değer kaybı yaşıyor ve sonuç odaklı düşünürsek cemaat odaklı dini yaşam Hristiyan toplumu içinde en çok Evanjelik-Protestan mezhepler içinde yaşamaya devam ediyor. Sadece değil en çok. Bu kiliselerin İncil merkezli bir doktrinle önerdiği cemaatin (Mesih inanlılarının) bir aile olarak yaşaması anlayışının sonucu olarak Hristiyan birey yaşamını çoğunlukla bu cemaatler içerisinde geçiriyor. Aile yaşamından tutun, mesleki seçimlerine kadar cemaatin etkisi içerisinde şekillenen bir yaşamdan söz ediyoruz. Çoğu zaman seçeceği eş, çocuklarının yetiştirilmesi, hangi okullarda okuyacakları veya nerede çalışacağı gibi konularda cemaat kültürünün direk etkisi ve yetkisi altında kaldıklarını gözlemliyoruz. Cemaati oluşturan üst yapının burada otoriter veya tacizkar bir tutum içerisinde olduğunu söyleyip meseleyi kolayca tanımlamak mümkün. Özellikle bu minvalde tespitini yapacağımız bir sürü arızalı yapının varlığından haberdar olduğumuz için. Ancak çoğunlukla cemaatler için bu yaşam kültürünün neden-sonuç ilişkisi daha İncili’dir. Burada elçisel kilise örneği, birlikte yaşamın kutsallığa katkısı, paydaşlık ve kardeşlerin birbirinin yükünü kaldırmasına katkı sunmak ve dünyadan ayrı bir toplumsal yapıya dahil olmak arayışları söz konusudur. Sonuçları her zaman bu kadar kesin ve pozitif olmayabilir ama motivasyon sadece kontrol edilmesi kolay, bastırılmış topluluklar oluşturmak ve seküler yaşama alternatif yaratmak değildir. En basit tanımıyla kilise bir ailedir. Bir aile tüm sorunlarına rağmen birlikte büyür, gelişir ve yaşar.
Bu ailenin bireyin yaşamına nasıl sonuçları olduğunu tartışmak büyük bir araştırmanın konusu olabilir. Olmalıdır da. Ancak burada okura hatırlatmak istediğim basit bir soru var. Besleyen, büyüten ve seven bir aile olması gereken kilise, kimliğimizi yıkan, bizi yozlaştıran ve kör eden bir çukura dönüştüğünde ne yapacağız? Birey olarak varlığımızın en önemli üç ayağından biri olan inanç noktasında bir kopma yaşamaya başlamışsak ve inanç merkezi olarak “kardeşler” aslında bir engele dönüşmüşse ne yapacağız?
Ne demek istediğime dair net örnekler var; Nazi Almanyası’nda devletin mutlak yararı için sağlıklı ve ari Alman ırkının yaratılmasına katkı sunan bazı kiliseler gibi, Sovyet rejimi içerisinde inancın yıkılmasına yönelik katkılarıyla bilinen köy rahipleri gibi, Meksika’da Escobar mafyasının hediye ettiği arazilere mafya için aklanma merkezleri kuran episkoposlar gibi, İtalyan faşistleriyle kolkola yürüyen kilise korosunda Mussolini övgüleri yükselten bazı cemaatler gibi ve kilise içi ahlaksızlıkları kol kırılsa da yen içinde kalsın diyerek gizlemeye çalışan ahlaki olarak çökmüş dini yapılarda olduğu gibi…
Ne yapacağız?
Yozlaşmanın inanç merkezli bir dayatmayla kimliğimizin bir parçası haline getirildiği durumlarda, birey olarak iç varlığımızı korumak için ne yapacağız? Dini anlamda Kutsal Kitap’ın Tanrısı’nın önerdiği sağlıklı dönüşüm engellendiğinde ne yapacağız? Yukarıda saydığım daha keskin örneklerin ötesinde günlük olarak kiliseyi işgal eden post-modern çürümeyle yüzleştiğimizde ne yapacağız? Muhafazakarlığı ve ahlakçılığı bir dini “doğru” olarak dayatıp Mesih’in sevgi ve lütuf odaklı kurtuluş planı asıl mesajından saptırıldığında ne yapacağız?
İnanç sağlık bir toplum için şifa kaynağı olduğu kadar yozlaşmış toplumlar için tehlikeli bir çukura dönüşebilir. Girişte yaptığım tanımı hatırlarsanız bu geri dönüşü olmayan varoluşsal sonuçlara neden olabilir. Bu noktada hastalığı gördüğümüzde, teşhisi yaptığımızda ve doğru tedavi için yöntemleri tespit ettiğizmizde: Ne yapacağız?
Size uzun zamandır kendi mücadelem içerisinde sorduğum ve ne yazık ki cevabı için daha derin bir savaş verdiğim bu soruyu vermek istedim. Çünkü dinsel veya değil toplumları yaratanlar bizleriz. Toplumların her türlü etkisi altında ezilmek, dönüşmek ve uyum sağlamak gibi zorunluluklarımız yok ve Tanrı’nın bizleri yeni yaratıklar yapabilecek gücünü ve çarmıhın yarattığı tarihi fırsatı nasıl değerlendireceğimiz bizlere bağlı.
O zaman soralım: Ne yapacağız?
Yorum Ekle