Norveçli Sigrid 20 Mayıs 1883’te Danimarka’da doğdu. Oldukça burjuvazi bir ortamda doğan Sigrid’in ailesinde sanat ve tarihin önemli bir yeri vardı. Babası, Kuzey Avrupa’da Demir Çağı’nın başlangıcı üzerine yaptığı araştırmalarla ün kazanmış bir tarihçi, arkeolog ve aynı zamanda da bir agnostikti. Annesinin de din ile özel bir ilişkisi yoktu. Hatta ailenin ziyaret ettiği hiçbir kilise yoktu.
Babasını 11 yaşındayken kaybetti. Babasının ölümü onun üzerinde yıkıcı bir etki yarattı. Romanları arasında geniş ölçüde otobiyografik özelliğe sahip birinde, dul kalmış anneler ve babasını kaybedip öksüz kalmış çocuklardan bahsedecekti. Sigrid resim yapmaya büyük ilgi duysa da sonunda ofis çalışanı olmak zorunda kalır. Bu işte sıkılır. Etrafı inançsız ve kaderine boyun eğmiş iş arkadaşlarıyla çevrilidir. Küçük denemeler yazarak kendisini bu kasvetli ortamdan kurtarır. Aynı zamanda, bilhassa Orta Çağ’a değinen çok sayıda kitap okur. İlk romanı bir Orta Çağ romanı olacaktır. Yayıncısı bunu reddeder. Bunun üzerine o da modern yaşamı anlatan romanlara yönelecektir.
Kendisini tamamen yazmaya adamaya karar verir. Ofis işini bırakıp seyahat etmeye karar verir. Roma’da geçirdiği uzun süre içerisinde ressam Anders Svarstad ile tanışır ve ona aşık olur. Anders Svarstad boşanmış ve 3 çocuk sahibidir. Sigrid buna aldırmayıp onunla evlenir. Doğurduğu kız çocuğu ne yazık ki prematüreyken ölür. 1914’te yuvaya övgüde bulunduğu ve kendini ideolojik feminizmden (sadece evlilik ve annelikten kurtulmuş bir kadının kendisine feminist diyebileceğini iddia eden feminizmden) uzaklaştırdığı “İlkbahar” adlı romanı yayımlar. Bu romanda, ebeveynlerin, çocukların onları onurlandırabilecekleri bir biçimde yaşama görevinin olduğu fikrini savunur. Sigrid Undset, sevgi, cesaret, inanç ve özveri gerektiren eşsiz bir kadın rolü olduğunu iddia etmeyi hiç bırakmayacak, bu onun feminizm vizyonu olacaktır.
Evliliği uzun sürmez. Manevi kaygıları, kendisi ile iman ve dine yönelik hiçbir ilgi göstermeyen kocası arasında aşılması imkânsız bir uçurum yaratır. Bunun yanında, onu yalnızca ara sıra, çocuksuz ve yalnız bir metres olarak arzu eden Anders’in ilgisizliği, sonunda onu kırıp kendisinden ilelebet uzaklaştıracaktır. Sigrid Undset erken yaşta yaşlanırken, sert ve yoğun bir manevi krizin etkisine girer. Evliliğinin başarısızlığı onu bir kadın olmanın ne olduğu hakkında uzun süre düşünmeye götürür. Dahası, Birinci Dünya Savaşı ile bağlantılı acı ve ahlaki çöküş bağlamında kendi inancını sorgulamaya yönelir. Kendini herhangi bir kiliseye ait hissetmez. Sahip olduğu inançlar daha çok hümanisttir. Ona göre, tıpkı zamanının pek çok insanı gibi İsa da kesinlikle dindar bir dahi idi; ancak yaklaşık 20 asır önce yaşamış genç bir Yahudi’nin insanlara günahları affettiğini açıklamasında ilgi çekici bir yan olabileceğini hiç düşünmemişti. Bir kadın ve bir feminist olarak, Bakire Meryem’den oldukça etkilenir. En sonunda Hristiyanlık inancının hakikatine ikna olur ve Meryem’in rolü üzerine meditasyon yapar, çünkü ona baktığında, bedeninde “Bizi kurtaran Tanrı’yı (İsa, Tanrı kurtarır demektir) taşıyan kişi olarak kadının durumunu yükselten birisini görür.
Kendini tamamen Hristiyan olarak kabul edebilmek için bir kiliseye bağlanması gerekirken, bu konudaki isteksizliğini aşmak biraz zaman alır. 1924’te Katolik Kilisesi’ne kabul edilmeyi seçer. Neden Lutheran kilise değil de bu kilise? Katolik Kilisesi’ni seçmesinin nedeni, azınlıkta bulunan ve parasız olan bu kilisenin, Norveç’te, aralarında müminlerin de bulunduğu yoksullarla devletin büyük yardım kuruluşlarından çok daha büyük bir etkinlikle ilgilenmesidir. İnanç sayesinde Sigrid sarsılmaz bir kesinlik duygusunu ve yaşama nedenini yeniden kazanır. “Beni çölde bulmaya geldi.” Şimdi yuvasını elinde tutar, direnir. Ve aynı zamanda eserleri de tutarlı hâle gelir.
Nobel Edebiyat Ödülü’nün jürisi büyülenir ve Orta Çağ’da Kuzey’deki yaşama dair güçlü tasvirleri için kendisine 10 Aralık 1928’de büyük ödülü verir. Nobel başarısından aldığı nakit mükafat iki vakıf oluşturmasını sağlar:
- hasta kızının adını alan Mosse Vakfı, zihinsel engellilerin ebeveynlerinin çocuklarını çocuk yurtlarında tutmaları için yardım eder
- Saint-Gudmund Vakfı, yoksul çocukları Katolik okullarında eğitmek için çalışır.
Beyaz Orkide’den(Gymnadenia) Madam Dorthea‘ya kadar 1929 -1939 yılları arasında yazılan altı roman, en fakirlerin uyuşukluğu ve genelleşmiş manevi yozlaşmadan başka bir şeye yol açmayan aptal, materyalist ve bencil bir çağa ışık tutar.
Elde ettiği ünün ardından edebiyat alanındaki başarısı devam eder. Yazar tüm dünyada tanınır ve Norveç edebiyatı üzerinde 1900’den 1930’a kadar roman ve lirik şiirin muazzam yükselişi ve tiyatro oyunlarının göreceli etkisi ile kendine özgü bir nitelik kazanmış hegemonik bir yer tutar.
Ulusal Sosyalist ideolojiye 1931’den itibaren muhalefet eder. 8 Nisan 1940’ta Norveç limanlarında yaşanan Alman işgali, hayalî bir tarafsızlık rolünü inandırıcı biçimde oynayan Norveç’i gafil avlar. Norveç’in Alman işgali sırasında, Sigrid iktidar partisinin polis güçleri tarafından fişlenmiştir. Alman güçlerinden kaçması için ve de radyoda ün kazanmış sesinin, işgalciler tarafından amaçlarına uygun bir biçimde kullanılması korkusuyla, Norveç askeri makamları ülkeyi terk etmesine karar verir. Verilen emre uyar ve kısmen karlı dağları önce arabayla, sonra kızak ve kayakla geçerek İsveç’e gider. Fakat önünde acımasız bir kader vardır: 25 Nisan’da ayrılırken, 1913 doğumlu olup aylardır seferberlikte bulunan en büyük oğlu Anders, 27 Nisan’da öldürülür. En büyük oğlunun ölümü uzun bir yas döneminin başlangıcını gösterir. İsveç sınırına ulaşır ulaşmaz, dışarıdan sürdürülen Norveç direnişine katılır ve kendisini İngiltere’de sürgünde bulunan kralın emri altına sokar. İsveç’te yalnızca kısa bir süre kalır ve 13 Temmuz’da Baltık denizinden gemiye biner. SSCB’den geçerek kara yoluyla doğuya doğru bir yolculuğa başlar, daha sonra Japonya’dan yeniden gemiye binerek 1941’de ABD’ye ulaşır. Ülkesinin kurtarılmasının ardından hiç vakit kaybetmeden New York’tan ayrılma yolculuğunu organize eder. Yoğun bir nostaljinin eşliğinde, rıhtımda Amerikalı arkadaşlarından ayrılır. Ağustos 1945’te, İkinci Dünya Savaşı’nın harap ettiği Norveç’e aktif bir direnişçi olarak geri döner. Bjerkebaek isimli evi 1944’ten sonra Alman subayları ve Naziler tarafından ele geçirilmiş, tahrip edilmiş ve sonra da yıkılmıştır. 1945 yazının sonunda evini yeniden yapar, ancak daha sonra gücünü tamamen yitirip hastalanır. Giderek daha sık hastalıktan yatmaya başladığında, 1949 yılındaki 65. doğum günü vesilesiyle Aziz Olaf Nişanı’nın takıldığı ilk kadın olur. Yaşlı Kral Haakon, Atlantik’in öteki yakasından Sigrid’in artık ömrünün son demlerinde olduğunu hisseder ve nişanının amblemini bizzat vermek için onu ziyarete gelir. Sigrid 10 Haziran’da ölür.