Miras Dergisi

Okuryazarlık Sonrası Bir Çağda Kutsal Kitap Okuryazarlığı

Her zaman Söz’ün insanları olmalıyız, ancak Kutsal Yazılarla derin bir ilişki kurmayı yeniden tahayyül etmemiz gerekecek.

Hristiyanlar okuyucudur. Bizler “kitap insanlarıyız”. Ana dillerimize çevrilmiş Kutsal Kitaplarımız vardır ve bunları her gün okuruz. “Sessiz zaman” kavramını gözünüzde canlandırdığınızda bir masa, bir fincan kahve ve üzeri çizilmiş, altı çizilmiş, not düşülmüş sayfalara açılmış bir Kutsal Kitap göreceksiniz. Hristiyanlar için günlük Kutsal Kitap okumak, iman yaşamı için asgari standarttır. Hatta bazılarımız, bu düşük çıtayı bile karşılamayan ne tür bir Hristiyan olduğu konusunda kaygılıdır.

İnancımızın bu vizyonu birçokları için yankı uyandırıyor ve benim yetiştirilme tarzımı kesinlikle tanımlıyor. Tarihin belli bir dönemindeki (20. yüzyıl Amerikan Evanjelikleri) kilisenin bir kesitinin anlık bir görüntüsü olarak da doğrudur. Ancak Mesih’i takip etmenin ne anlama geldiğine dair zamansız bir vizyon olarak yetersiz kalıyor ve bunu giderek artan bir şekilde okuryazarlık sonrası bir kültürde, çoğu insanın hala okumanın temel mekaniklerini anladığı ancak bunun yerine ezici bir şekilde görsel ve işitsel medya tükettiği bir kültürde öğrenci yetiştirme yeteneğimizi ciddi şekilde etkileyecek bir şekilde yapıyor.

Okuryazarlık odaklı bu Hristiyanlık fikrinin gelecekte nasıl başarısız olacağını geçmişe bakarak görebiliriz. Hristiyanlık tarihinin büyük bölümünde inananların çoğu okuma yazma bilmiyordu. Kutsal Kitap’ı her gün okumak bir seçenek değildi çünkü okumak bir seçenek değildi.

Bu, Kutsal Yazıların sıradan Hristiyanların yaşamlarıyla ilgisiz olduğu anlamına gelmez. Ancak kutsal metin öncelikle kişisel bağlılık için özel bir mesele değildi; Tanrı’nın halkının ibadet için bir araya gelmesiyle duyulan kamusal bir meseleydi. Kutsal Kitap kilisenin kitabıydı – litürjik bir kitap, doğal yaşam alanı Mesih’in bedeninin övgüyle yükselen sesi olan bir kitap. Tanrı Sözü’nü dinlemek için Tanrı’nın halkına katılırdınız. Okutmanlar herkesin yararlanması için yüksek sesle okurlardı.

Bu bağlamlarda, kişinin her gün Kutsal Kitap’ı okumasına yönelik bir öğüt, özel jetine nasıl yakıt ikmali yapacağına dair bir tavsiye kadar anlamlı olurdu. Geriye dönüp baktığımızda bizim için ders şudur: Mesih’i takip etmekle ilgili doğru kabul ettiğimiz şeyler her zaman ve her yerde tüm imanlılar için doğru olmayabilir. Bizim zamanımızda ve yerimizde uygun ve hatta gerekli olan şeyler başkaları için geçerli olmayabilir. Öğrencilik uygulamaları bizi teknolojiye ve daha geniş sosyal uygulamalara çoğu zaman fark ettiğimizden daha fazla bağımlı olabilir.

Örneğin, matbaanın, halk eğitiminin ve kitlesel okuryazarlığın kilise üzerindeki etkilerini düşünün. Kilise liderlerinin okuryazarlığı bastırdığı karanlık çağ masalları çoğu zaman hedeflerini ıskalar çünkü ucuz kitaplar olmadan okuyan bir halka sahip olmak imkansızdır ve matbaa olmadan ucuz kitaplara sahip olmak imkansızdır. Okuma alışkanlıkları ve amaçları bir toplumda, bir kültürde, son derece karmaşık bir ahlaki ve teknolojik ortamda ortaya çıkar. Bir zaman ve mekanda bize gerekli gelen okuma, başka bir zaman ve mekanda gereksiz, hatta tedbirsiz ya da düpedüz imkansız olabilir.

Dahası, Hristiyan yaşamının özünde bir okuma yaşamı olduğu Kutsal Yazıların kendisinden de açıkça anlaşılamaz. Kanondaki her kitap Tanrı’nın halkının çoğunun okuyamadığı bir zamanda yazılmışken bu nasıl olabilir? Bu açıdan bakıldığında, Kutsal Yazıların kişisel ve özel olarak okunmasına verdiğimiz önem, sadece Hristiyan tarihinin büyük bir kısmından değil, Kutsal Kitap tarihinden de farklı modern bir yenilik gibi görünmektedir.

Dolayısıyla okuryazarlık sadık öğrencilikle eş anlamlı olamaz. Bu bir veridir. Asıl soru, kitlesel okuryazarlık sosyal gerçekliğimiz olduğunda bunun nasıl bir rol oynayacağıdır. Birçok gelenekte, kilisenin son birkaç yüzyıldaki cevabı, insanların eline mümkün olan en kısa sürede ve mümkün olan en sık şekilde bir Kutsal Kitap vermek ve Kutsal Kitap okumayı kişinin Mesih’le günlük yürüyüşünün merkezi bir bileşeni olarak teşvik etmek olmuştur. Hristiyanların bugün okuyucu olmalarının nedeni, bir düzine kuşak öncesine dayanan anne ve babaların olağanüstü vizyonu ve sayısız emeğidir.

Bundan yararlanan bizler için en uygun karşılık şükran duymaktır. Arkadaşlarım arasında sık sık “kılıç talimleri” ve “Kutsal Kitap çanakları” ile büyümekle ilgili şakalar duyuyorum. Bazıları Süleyman’dan Sürgün’e kadar tüm Davut krallarını sayabileceklerini iddia ediyor. Bu şakalar her zaman teşekkür ve biraz da nostalji içerir. Otuz yıl önce gözlerini devirmiş olabilirler, ancak şimdi kendi çocuklarıyla birlikte, ne kadar çok şeyin kaybolduğunun farkına vararak analog kilisenin var olduğu çocukluklarına geri dönüyorlar.

Bir sonraki soru -neyi kaybettiğimiz- çok uzun zamandır soruluyor, ancak son zamanlarda yeni neslin okuryazarlık durumu, belirli bir metinle akıcı bir şekilde etkileşime girme becerileri ile ilgili olarak akut hale geldi. Şubat ayında Slate’te yazan Adam Kotsko, üniversite öğrencilerinin okuduğunu anlama sorunu konusunda alarm verdi. Mart ayında Substack’te Jean Twenge, Kotsko’nun endişelerini destekleyen ampirik araştırmaları paylaştı.

İstatistikler iç karartıcı. Örneğin 2021 ve 2022 yıllarında, her 5 lise son sınıf öğrencisinden 2’si bir önceki yıl zevk için tek bir kitap bile okumadığını bildirdi. Bu oran 1976 yılına kıyasla yaklaşık dört kat daha fazla. Diğer çalışmalar da Amerikalı yetişkinler, özellikle de erkekler hakkında benzer şeyler söylüyor.

Her yıl, her sınıftan ve bölümden yüzlerce lisans öğrencisine ders veriyorum ve bu raporlar kendi deneyimlerimle örtüşüyor. Öğrencilerim çoğunlukla Batı Teksas’ta özel bir Hristiyan liberal sanatlar üniversitesine devam eden mezhepsel olmayan Evanjelikler. Onlara tek bir soru soran anonim bir anket vermeyi seviyorum: Şimdiye kadar kaç kitabı baştan sona okudunuz? Tek şartım, kitabın bir öğretmen tarafından verilmemiş olması ve sekizinci sınıf okuma seviyesinin üzerinde (örneğin Harry Potter’dan daha zor) olması. Çoğu öğrencinin toplamı beşin altında. Birçoğu iki, bir ya da sıfır yazmış.

Uzun formlu okuryazarlıktaki bu düşüşün pek çok nedeni var. Diğerleri gibi ben de suçun aslan payını televizyona, internet yayınlarına, akıllı telefonlara ve sosyal medyaya atma eğilimindeyim. Ancak sebepler ne olursa olsun, gerçekliğimiz bu.

Amerikan toplumu artık sürekli ve mantıklı bir dikkat gerektiren kitap ve diğer yazılı eserlerin okuyucularından oluşmuyor – eğer daha önce oluştuysa tabii. Neil Postman’ın sözleriyle, Protestanlığın doğurduğu “tipografik” kültür artık yok. Bu durum kilisenin dışında olduğu kadar kilisenin içinde de geçerlidir.

O halde pratik soru, bunun bizim dünyamız olup olmadığı değil, bu konuda ne yapmamız gerektiğidir. Bildiğimiz kitlesel okuryazarlık artık yokken Kutsal Yazılarla nasıl etkileşim kuracağız?

Yakın tarihli bir kitabında Jessica Hooten Wilson şunları yazıyor:

Ekranların baştan çıkarıcılığına karşı, Kutsal Kitap’la başlayıp biten ama Kutsal Kitap’ı bizim için aydınlatan ve bize kendi zamanımızda ve yerimizde İsa gibi nasıl yaşayacağımızı gösteren diğer kitapları da içeren kitap sevgisine geri dönmeliyiz. Okuma Hristiyan için günlük ruhsal bir uygulama olmalıdır. Okumaya dayalı bir yaşam, ekran ve dijital teknolojinin yol açtığı yanlış biçimlenmeye karşı koyar.

Aynı şekilde, Kotsko’ya ve kaybolan okuryazarlık için yakılan diğer ağıtlara yanıt veren yeni bir makalede Alan Jacobs, kitaplardan yoksun çocukluklara karşı “birçok ebeveynin mücadele ettiğini” yazıyor. Evanjelik kiliselerde ve klasik Hristiyan okullarında, okuma alışkanlıkları hala modellenmekte, öğretilmekte ve bir imanlı, bir komşu, bir vatandaş olmanın ne anlama geldiği “merkeze” alınmaktadır. Jacobs, önce Wheaton College’da, şimdi de Baylor Üniversitesi Honors College’da, “okumanın ayrılmaz bir parçası olduğu” tuhaf bir alt kültürün ürünü olan bu öğrenciler üzerinde bıraktığı izleri görüyor.

Bir okur, öğretmen ve kitapsever çocukların ebeveyni olarak, Jacobs’un “boyun eğmenin kaçınılmaz olmadığı” sonucuna karşı çıkmak bana düşmez. Görünen o ki direnmek boşuna değilmiş.” Çocukları okur olarak yetiştirmek, onlara okumayı sevmeyi öğretmek mümkündür. Benim öğrencilerle amacım da aynı: elimden geldiğince çoğunu ekranın cazibesinden sayfa sevgisine dönüştürmek. Bazen başarılı oluyorum. İhtimaller ne olursa olsun mücadeleye değer!

Bununla birlikte, korkarım ki biz eğitimciler ve ebeveynler -ve bizimle birlikte kilise önderleri ve ihtiyarlar- ağaçlar için ormanı göremiyoruz. Hooten Wilson’ın iddiasını hatırlayın: Okumak Hristiyan için günlük ruhani bir uygulama olmalıdır. Bu doğru mudur? Niteliksiz bir şekilde doğru olamayacağını zaten gördük. Ancak bağlamı ve amacı göz önüne alırsak doğru olur mu?

Hayır, bence doğru değil. Aynı şey Wheaton, Baylor ve klasik Hristiyan akademilerindeki öğrenciler için de geçerli. Bunlar asil savaşlar, ancak kaybedilen bir savaşta küçük çatışmalar olarak kalıyorlar – aslında ulusal düzeyde çoktan kaybedilmiş bir savaş. Genel olarak, genç ve yaşlı Amerikalılar (Ç.N Türkiye için de benzer bir durum olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır)  kitap okumuyor ve her eğilim çizgisi yanlış yönü işaret ediyor.

Aslında, son cümle üzerinde durun: “yanlış yön.” Bu benim kendi sınıfıma ve önyargılarıma ihanettir. Herkes okuyucu olmak zorunda mı -yani zevk için her gün kitap okuyan biri? Okumak iyi yaşamın önemli bir parçası mıdır? Hristiyan yaşamının vazgeçilmez bir parçası mıdır?

Ben pek emin değilim. Açık olmak gerekirse, bu sorulara kesin yanıtlarım olduğunu iddia edemem. Elimdeki fikirler, en azından kiliseler ve Hristiyan eğitimciler tarafından daha fazla araştırılması gereken geçici fikirler. İzninizle bunlardan birkaçıyla sözlerimi bitirmek istiyorum.

Birincisi, Hristiyanların ayaklarının altındaki zemini çoktan sarsmış olan sismik bir teknolojik değişimin ortasındayız. Eski dünya hala bizimle birlikteymiş gibi davranmaya devam etmemeliyiz. Buna sıradan inananların Kutsal Kitap’la olan ilişkilerinin doğası da dâhildir.

İkinci olarak, Hristiyanlar daha geniş bir sosyal çevre içinde var olurlar. Eğer günlük öğrencilik vizyonları hem teknolojiye hem de daha geniş kültüre bağlıysa ve bu etkiler bir ya da iki yüzyıl öncesine göre çok farklıysa, o zaman öğrencilik uygulamalarının da farklı olmasını beklemeliyiz. Bu, doktrinden, ruhani disiplinin gerekliliğinden ya da Tanrı’yı ve komşularımızı sevme görevimizden ödün vereceğimiz anlamına gelmez. Bu, disiplinlerimizin ve görevlerimizin farklı koşullarda farklı biçimler alacağı ve uzun süredir devam eden biçimlere inancımız için gerekli oldukları için mi (örneğin dua) yoksa sadece nostaljik olduğumuz için mi bağlı kaldığımızı dikkatlice ayırt etmemiz gerektiği anlamına gelir.

Çoğu insanın günlük kitap okuyucusu olmadığı bir kültürde, çoğu Hristiyan da muhtemelen kilisenin kitabının günlük okuyucusu olmayacaktır. Tabii, Kutsal Kitap’ın özel, bireysel olarak okunmasının o kadar temel, o kadar tartışılmaz olduğuna inanmıyorsak, kiliselerimiz bunu her sıradan inanlının yaşamında karşı-kültürel bir olasılık haline getirmek için olağanüstü kaynaklar ayırmalıdır.

Bu tür kiliseler sadece klasik akademiler kurmak ve desteklemekle kalmayacaktır. Aynı zamanda dijital teknolojinin tüm ekosistemi karşısında tutarlı bir şekilde karşı kültür olmayı taahhüt edeceklerdir: ibadette ekran yok; vaazda yapay zeka yok; çevrimiçi yayın yok; binada akıllı telefon yok; sosyal medyada varlık yok; Kutsal Kitap dersinde dijital Kutsal Kitap uygulamaları yok – sadece evden getirilen fiziksel Kutsal Kitaplar. Bu gibi kiliseler tehdidin doğası konusunda açık gözlü ve aldanmamış olurlar. Hem pasta yiyip hem de pastadan pay almaya çalışmazlar.

Ben bu yaklaşıma açığım. Ancak bu kadar ileri gitmeye istekli olmadığımız sürece, bana öyle geliyor ki modern Batı’daki kiliseler okuryazarlık sonrası bir dünyada yaşadığımızı kabul etmeli ve bu nedenle okuryazarlık sonrası bir halka hizmet etmelidir. Somut olarak bu, kilise üyelerinin çoğunun okuyucu olmadığını ve hiçbir zaman da olamayacağını ve bunun bir sorun olmadığını kabul etmek anlamına gelir – bu onları diğer inananlardan daha az Hristiyan yapmaz, imanda ve Tanrı’ya hizmette olgunlaşmalarını engellemez.

Bu kabulün sonucu, Hristiyan yaşamına ilişkin değişen bir vizyon olacaktır. Bu da geçmişe ve modern çağ öncesi cahiliye çağından taşınan ibadet modellerine sahip çağdaş ayin geleneklerine bakmamızı gerektirecektir. Kişisel Kutsal Kitap okumasıyla tanımlanan topluluklardaki bizlerin onlardan öğreneceği çok şey vardır.

Cemaatlerimiz Tanrı’nın Sözü’nü merkeze almaktan vazgeçmeyecektir. Ancak geçmişte olduğumuzdan farklı bir şekilde merkezlenmiş oluruz. Belki de Kutsal Yazıların topluluk içinde daha fazla -çok daha fazla- sözlü olarak okunmasına, hatta ezberlenmesine ve icra edilmesine ihtiyacımız vardır. Belki de vaazda metnin daha uzun ve daha ayrıntılı bir şekilde açıklanmasına ihtiyacımız vardır. Belki de “Kutsal Kitap okuryazarlığının” ne anlama gelebileceğini yeniden kurgulamalıyız: kişinin kişisel Kutsal Kitabını okuması ve yeniden okuması değil, Kutsal Yazıların hikayeleri, karakterleri ve olaylarıyla dolu bir zihin, hayal gücü ve kelime dağarcığı.

Ya da belki de değil. Söylediğim gibi bu öneriler geçici. Hepimizin olması gerektiği gibi ben de başkalarına açığım. Ancak ihtiyacımız olan şey alternatif vizyonlardır. Hristiyanlar her zaman okuyucu olmadılar ve görünen o ki, öngörülebilir gelecekte Hristiyanların çoğunluğu artık okuyucu olmayacak. Bu yeni ve belirsiz zaman için dayanıklı bir sadakat biçimini ayırt etmek günümüzün acil zorluklarından biridir.

Kaynak: Christianity Today

Brad East

Abilene Hristiyan Üniversitesi'nde teoloji doçentidir. Aralarında The Church'ün de bulunduğu dört kitabın yazarıdır: A Guide to the People of God ve Letters to a Future Saint olmak üzere dört kitabın yazarıdır: Ruhsal Açlık Çekenler için İnanç Temelleri.

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.