Miras Dergisi

Ölüm: Bir Son Mu Yoksa Bir Başlangıç Mı?

Ölümden Sonra Yaşamın İmkanı Üzerine

İnsana gelince, ota benzer ömrü, Kır çiçeği gibi serpilir;
Rüzgar üzerine esince yok olur gider, Bulunduğu yer onu tanımaz.

Mezmur 103:15-16

Ozancan Akkuş, yakın arkadaşı Ali Deniz’i 10 Ekim 2015’te Ankara Tren Garı önünde gerçekleşen saldırıda yitirmiş ve arkadaşı için Twitter hesabından “Ankara’da okuyabilmekti en büyük hayali, nereden bilecekti ki” demişti. 13 Mart 2016’da ise bu kez Ozancan aynı şehirde, Ankara’da, arkadaşı ile aynı kaderi paylaştı…

Tüm yaşam koşuşturması içerisinde bir anlığına durup düşündüğümüzde, zamanın ne kadar hızlı bir şekilde akıp gittiği, Kutsal Yazılarda da söylendiği gibi insan yaşamının nasıl da fani ve geçici olduğu ve nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğu gerçeği suratımıza bir tokat gibi çarpmaktadır. Bu anlamda çevremizi saran ölüm korkusunu hissederiz. Bu korku sokağa çıkmamıza, özgürce hareket etmemize engel olur. Bu korkunun tümüyle zararlı olduğunu söylemiyorum. Aksine bu korku aşırıya kaçmadığı ve bizi paranoyaklaştırmadığı sürece ölüm üzerine düşünmemizi ve yaşamımızı tekrar gözden geçirmemizi sağlar. Kısacası bizi varoluşsal durumumuzu yeniden gözden geçirmeye davet eder. Vaiz kitabında, ‘Yas evine gitmek, şölen evine gitmekten iyidir. Çünkü her insanın sonu ölümdür, Yaşayan herkes bunu aklında tutmalı’ der. İşte bunu düşünmeye başladığımızda Sokrates’in bahsettiği yaşanmaya değer bir hayat yaşamaya başlarız. Çünkü ona göre ‘sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.’ Sormaya başladığımızda akıllara takılan soruların başında da ölümle ilgili sorular gelir: Peki, ama insanoğlu neden ölümden korkar?

Neden Ölümden Korkarız?

Sosyal bilimlerde bir olgunun arkasında yatan birden fazla neden olduğu söylenir. Bu durumda da bir birden fazla nedene bakmakta fayda vardır. İki neden ön plana çıkar: Yaşanmamışlık ve belirsizlik.

Yaş ilerlediğinde, bu dünyada istenip de yaşanmayan şeylerin yarattığı kaygı, ölüm korkusunun nedenlerinden birisini oluşturur. Ölüm korkusu kişinin bu dünyada yapamadığı ya da yaşayamadığı olay ve durumlar nedeniyle ortaya çıkar. Çünkü ölüm yaklaştığında son gelmektedir. Artık yapamadığı ya da yaşayamadığı şeyleri yapabilme şansı kalmamıştır. Yaşanmamışlığın getirdiği ölüm korkusu aslında temelinde bu hayatın her şeyi kapsadığını öne süren materyalist görüşe dayanır. Her şey bu hayat ile sınırlı olduğu ve ölümden sonra bir yaşam olmadığı için, insan yaşayamadığı şeyleri bir daha asla yaşayamayacağını düşünür. Bununla birlikte en göze çarpan nedenden bir diğeri, hiç kuşkusuz ölüm sonrası başımıza gelecekler hakkında bilmediklerimizden kaynaklanır. Yani cevap bir açıdan bilgi eksikliğinden doğan kaygıdır.

Ölümden sonrasına ilişkin duyduğumuz kaygı meselesini ele alan düşünürlerden birisi Yunan düşünür Epikuros’tur. Epikuros’a göre hayatın anahtarı hepimizin aradığı şeyin haz olduğunu fark etmektir. Daha da önemlisi mümkün olduğunca acıdan kaçınmaktır. Ona göre yaşamanın en iyi yolu şudur: Sade bir yaşam tarzı benimsemek, etrafınızdakilere nazik olmak ve dostlarınızın çevrenizde olması. Bu şekilde arzularınızın çoğunu tatmin edebilir, elde edemeyeceğiniz bir şeyi de istemezsiniz (Warburton, 2015).

Epikuros’un amacı öğrencilerinin zihinsel acısını dindirmek ve geçmişteki hazları hatırlayarak fiziksel acıya nasıl dayanılabileceklerini ortaya koymaktır. Bu hazlar o an keyiflidir, fakat daha sonra hatırlandıklarında da keyif verir. Ölüm döşeğinde epey rahatsız bir haldeyken bir arkadaşına yazdığı bir mektupta eski sohbetlerinden aldığı keyfi hatırlayarak hastalığının verdiği acıları nasıl unuttuğunu anlatır. Epikuros başta bahsettiğim monizm görüşünü benimser. İnsan atomlardan oluşur. Atomlar bir kez ölümle birbirlerinden ayrıldığında, artık bilince sahip bireyler olarak var olmayı sürdürmeyecektir. Ölümden sonrası hakkında beslenen kaygı ve korkuya karşın Epikuros’un önerdiği çözüm, böyle bir sorunun düşünülmemesi gerektiği yönündedir (Warburton, 2015). Epikuros bütün felsefesini mezar taşındaki yazıda özetlemiştir:

Ben varsam, ölüm yok; ölüm varsa ben yokum.

İngiliz düşünür Nigel Warburton’a (2015) göre, eğer sadece maddeden oluşan fiziksel varlıklar olduğumuza ve ölümden sonra bir yargı tehlikesi olmadığına inanıyorsanız, bu durumda Epikuros’un akıl yürütmesi öldükten sonra korkulacak bir şeyin olmadığına sizi ikna edebilir. Ancak insan öldükten sonra da bir şekilde var olmaya devam edecekse bu, çözüm sunmaktan uzak bir şekilde kalmaya devam edecektir. Bu da bizi monizm görüşünü ve ölümden sonra bir yaşamın var olup olmadığına dair argümanları incelemeye sevk eder.

Her şey Sadece Maddeden İbaret Mi?

 Ölümden sonra bir yaşamın olup olmadığı konusu René Descartes ile birlikte keskin bir hale gelen monizm-düalizm çatışmasına kadar uzanmaktadır. İnsanın sadece gördüğümüz tek bir töze yani maddesel ve fiziksel bir yapıdan oluştuğunu söyleyen monizm görüşü için yaşam sadece bu hayattan ibarettir. Düalizm görüşü ise, insanın fiziksel bir beden ve fiziksel olmayan bir candan ya da ruhtan oluştuğunu söyler. Fiziksel yapı ölüm ile birlikte çürümeye ve yok olmaya tâbi olurken fiziksel olmayan ruhsal yapı varlığını sürdürmektedir. İnsanın yapısına ilişkin öne sürülen monizm görüşüne karşı birçok itiraz yapılmıştır. İnsanın sadece madde ya da fiziksel öğelerden oluşması beraberinde bu düşünce ile uyumsuz bir yaşamı da getirecektir. Kısacası bu durum absürttür, çünkü hiç kimse böyle bir dünya görüşü ile uyumlu bir şekilde yaşamayacaktır. Bunu kısaca açıklamama izin verin.

Öncelikle eğer insan sadece maddeden oluşuyorsa bu onu determinist bir sisteme hapsetmektedir. Dolayısıyla insan gerçek anlamda özgür değildir. Hatta insanın gerçek anlamda bir iradeye sahip olması olanaksız hale gelir. Sadece fiziksel, kimyasal, vb. maddesel öğelerden oluşan bir varlığın, aslında kişisel bir varlığın gerektirdiği temel unsurları barındırmayan bir şey olduğu görülür. Karşımızda kim olduğu sorusuna yanıt veren bir kişi değil ne olduğu sorusuna yanıt verebilen bir şey vardır. İkinci olarak yasal perspektiften eğer bir insan sadece maddeden oluşan bir varlık ise, geçen yıl işlediği bir cezadan bu yıl sorumlu tutulamaz çünkü fiziksel yapısı değişmiştir. Bugün dün olduğumuz kişi değilizdir artık. Aslında nörolojik sistemi bir kenara bırakırsak her yedi yılda neredeyse fiziksel anatomimizin her bir parçası değişir. Materyalist perspektiften bakıldığında bir kişi belirli bir sürecin ardından tamamen farklı bir kişi olmaktadır. Dolayısıyla da işlediği bir suçun artık onu bağlayıcı bir yönü kalmaması gerekir. Fakat gerçek dünya bundan farklıdır. Herkesin işlediği suçun cezasını yaşamı boyunca sürse de çekmesi gerekir.

Bununla birlikte iradenin özgürlüğü konusuna dönersek, eğer bir insan sadece maddeden oluşan bir varlık ise, o zaman işlediği suç tümüyle onun seçimi dışındadır. Genetik yapısı, yedikleri, çevresel etkilerin hepsi onun davranışını şekillendirmektedir. Bu nedenle kişinin yaptığı şeylerden sorumlu tutulması bu dünya görüşünde absürt olacaktır. Fakat gerçek dünyada biz kişileri yaptıkları şeylerden sorumlu tutarız. Aslında işin ironik kısmı tümüyle fiziksel ve maddi bir yapıdan oluşuyorsak o zaman yaşadıklarımız zaten bir şekilde belirlenmiştir. Bu nedenle birisini sevdiğimizi söylemek bile anlamsız ve saçma olacaktır. Çünkü sevgi doğası gereği özgürlüğü gerektirir.

Mantık perspektifinden ele alacak olursak, zihin ve beynin farklı özelliklere sahip olduğu kanıtlanarak zihnin beyinle özdeş olmadığı gösterilebilir. Özdeşlik ilkesi gereğince “Bir şey ne ise odur” denir. Biola Üniversitesi Talbot School of Theology’de felsefe profesörü olan J. P. Moreland’ın (1998) açıkladığı gibi “Bilinçli zihin deneyimlerinin öznel yapısı –acıyı hissetme, sesi deneyimleme, renklerin farkındalığı – basitçe fiziksel olan her şeyden farklıdır. Eğer dünya sadece maddeden oluşuyorsa, bilincin bu öznel yönü var olmayacaktır. Fakat vardır! Dolayısıyla dünyada maddeden daha fazlası olmalıdır.” Eğer insan fiziksel ve maddi bir yapıdan daha fazlası ise bu bizi ölümden sonrası hakkında düşünmeye yönlendirir.

Ölümden Sonra Bir Yaşam Var Olabilir Mi?

J. P. Moreland (2007) ölümden sonra yaşamın var olduğu konusunda öne sürülen argümanları ikiye ayırmaktadır: Deneysel (gözlemlenebilir) ve deneysel olmayan (teoretik) argümanlar.

Deneysel olmayan (Teoretik) Argüman:

Deneysel olmayan argüman ise teizme dayalı argüman ve teizme dayalı olmayan argüman olarak ikiye ayrılır. İlki Tanrı’nın varlığını varsayar ve bu gerçekten ölümsüzlüğü vaat eder. Eğer Tanrı kendisinin söylediği kişi ise iddia makul bir mantıkla kanıtlanmış olur. Teizme bağlı üç argüman özellikle önemlidir.

Bunlardan ilki iki yönlüdür ve Tanrı’nın sevgisini ve suretini öne sürer. Tanrı’nın suretini taşıması sebebiyle insanlar muazzam bir öneme sahiptirler ve Tanrı bu yüksek değerin koruyucusudur. O zaman Tanrı kişinin koruyucusu ve muhafaza edicisidir. Dahası Tanrı kendi suretini taşıyan insanı sever ve onlarla bir ilişkiye sahip olmak ve onları olgun kişiler haline getirmek için bir tasarısı vardır. Tanrı bu sevgi ilişkisini ve onların adına bu önemli tasarıyı devam ettirmek için insanı muhafaza edecektir.

İkinci argüman ilahi adalet ile ilgilidir ve bu yaşamda iyilik ve kötülüğün tam bir şekilde dağılmadığını ifade eder. Adil bir Tanrı diğer yaşamda bunu dengeleyecektir. Bu nedenle ölümden sonra yaşam gereklidir. Ölümden sonrası hakkında düşünmüş bir filozof olan Kant’a göre, nihai adalete duyulan ihtiyaçtan ötürü ölümden sonra bir yaşam olmalıdır. Bu dünyada kötülüğün varlığını ve yapılan kötülüklerin çoğu zaman bu dünyada gerekli ve hak ettiği cezayı almadığını görürüz. Kant da bu gözlemi yapar ve bu da onu nihai bir adaletin var olması gerektiği fikrine yöneltir.

Son olarak Kutsal Kitap esinlemesinden bir argüman sunmak gerekirse, emin bir şekilde ifade edilebilir ki Kutsal Kitap Tanrı’nın Sözü’dür ve O ölümden sonra yaşamı vaat eder.

Ölümsüzlük için Teizme dayalı olmayan iki argümandan söz edebiliriz. İlki arzulardan gelen üç kısımlı argümandır: (1) Ölümden sonra yaşam arzusu doğal bir arzudur. (2) Her bir doğal arzu karşılanabileceği ya da yerine getirilebileceği bazı gerçek durumlar ile ilişkilidir. (3) Dolayısıyla ölümden sonra yaşam arzusu karşılanabilen yani bir karşılığı olan ölümden sonra olarak adlandırılan bazı gerçek durumlar ile ilişkilidir.

Deneysel Argümanlar:

Deneysel (gözlemlenebilir) argümanlar, ölüm eşiği deneyimleri (Near-Death Experience) ve İsa’nın dirilişidir.

İnsanların öldüğüne, farklı deneyimler yaşadığına ve daha sonra bedenine geri döndüğüne dair yeterli sayıda delil bulunmaktadır. Ölüm eşiği deneyimleri, doğal fenomenler ile açıklanmaya çalışıldığında, bedenden ayrılmış kişinin kilometrelerce ötedeki bilgileri kazanmış olduğu (örneğin aile üyelerinin konuşmaları) durumlarda başarısız olur. Bir kişi ölüm eşiği deneyimlerini teolojik yorumlanması konusunda ihtiyatlı olmalıdır. Fakat bunun gerçekliği de çok sağlam bir şekilde kurulmuştur ya da gösterilmiştir.

Eğer İsa ölümden dirildiyse, bu O’nu ölümden sonrası hakkında konuşabilmesi açısından yeterli ve nitelikli kılar. Çünkü O’nun dirilişi, O’nun Tanrı Oğlu olduğuna dair kanıt sunar ve bu da O’nun ölümden yaşama döndüğü ve yaşam sonrası hakkında konuştuğu anlamına gelir. Talbot School of Theology’de felsefe profesörü olan William Lane Craig İsa’nın ölümden dirilişine ilişkin sunduğu argümanı sadece Hristiyan teologların kabulleri değil, aynı zamanda Hristiyan olmayan uzmanların kabulleri üzerinden kurar. Tüm uzmanlar tarafından kabul edilen dört gerçek şudur:

  1. Ölümünden sonra İsa Aramatyalı Yusuf’un mezarına gömüldü.
  2. Pazar günü dirilişten sonra, İsa’nın mezarı bir grup kadın takipçisi tarafından boş bulundu.
  3. Birçok durumda ve çeşitli koşullar altında farklı bireyler ve gruplar, İsa öldükten sonra O’nun kendisini canlı gördüler.
  4. İlk öğrenciler tam aksi yönde eğilimleri olmasına karşın aniden ve içten bir şekilde İsa’nın dirildiğine inandılar.

Uzmanlar tarafından kabul edilen bu dört gerçeğin ışığında W. L. Craig, İsa Mesih’in dirilmiş olduğu inancının en iyi açıklama olduğunu ileri sürer. Bu da dolaylı olarak ölümden sonra bir yaşamın var olabilmesi konusunda güçlü bir argüman olarak durur. Pavlus Korint kilisesine yazdığı birinci mektubunda şöyle der:

“Ölüler dirilmezse, Mesih de dirilmemiştir. Mesih dirilmemişse, bildirimiz de imanınız da boştur. Bu durumda Tanrı’yla ilgili tanıklığımız da yalan demektir. Çünkü Tanrı’nın, Mesih’i dirilttiğine tanıklık ettik. Ama ölüler gerçekten dirilmezse, Tanrı Mesih’i de diriltmemiştir. Ölüler dirilmezse, Mesih de dirilmemiştir. Mesih dirilmemişse imanınız yararsızdır, siz de hâlâ günahlarınızın içindesiniz. Buna göre Mesih’e ait olarak ölmüş olanlar da mahvolmuşlardır. Eğer yalnız bu yaşam için Mesih’e umut bağlamışsak, herkesten çok acınacak durumdayız. Oysa Mesih, ölmüş olanların ilk örneği olarak ölümden dirilmiştir.” (1. Korintliler 15:13-20)

Peygamberliklerin yerine gelmesi, tarihsel kayıtlar, tanıkların açıklamaları ve çokluğu, kilisenin ortaya çıkışı ve tüm baskı ve işkencelere rağmen ilk üç yüzyıl boyunca varlığını sürdürmeye devam etmesi net bir şekilde diri olan Mesih’i işaret etmektedir. İsa Mesih DİRİLMİŞTİR! Bu yüzden tüm diğer argümanların ötesinde İsa Mesih’in ölümü yenmiş olması sadece ölümden sonra bir yaşamın olması gerektiğini göstermekle kalmaz, aynı zamanda bizlere gerçek bir umut sağlamakla birlikte bu fani yaşamda bizleri ölüm korkusundan özgür kılar. İbraniler kitabının yazarı şöyle der:

Çünkü hepsi –kutsal kılan da kutsal kılınanlar da– aynı Baba’dandır. Bunun içindir ki, İsa onlara “kardeşlerim” demekten utanmıyor.

“Adını kardeşlerime duyuracağım, 
Topluluğun ortasında 
Seni ilahilerle öveceğim” diyor. Yine, 
“Ben O’na güveneceğim” ve yine, 
“İşte ben ve Tanrı’nın bana verdiği çocuklar” diyor. Bu çocuklar etten ve kandan oldukları için İsa, ölüm gücüne sahip olanı, yani İblis’i, ölüm aracılığıyla etkisiz kılmak üzere onlarla aynı insan yapısını aldı. Bunu, ölüm korkusu yüzünden yaşamları boyunca köle olanların hepsini özgür kılmak için yaptı. (İbraniler 2:11-15)

Kaynaklar:

  • Warburton, N. (2015). Felsefenin Kısa Tarihi, Alfa Yayıncılık.
  • Hanegraaff, H. (2006). Is There Evidence for Life After Death?, Christian Research Journal, Volüme 29, Number 5.
  • Moreland, J. P. (2007). More Evidence for Life After Death, The Apologetics Study Bible.
  • Habermas, G. R. ve Moreland, J. P. (1998). Beyond Death: Exploring the Evidence for Immortality (Wheaton, IL: Crossway Books.
  • Craig, W. L. (2007). Did Jesus Really Rise From The Dead, The Apologetics Study Bible.

Yeşua Özçelik

PhD candidate in Philosophy of Religion | Din Felsefesi | Zihin Felsefesi | Hristiyan İlahiyatı

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.