Etudes Dergisi – 2014
2010 yılından bu yana binlerce Hristiyan Irak ve Suriye’deki evlerinden sürüldü. Bu ülkelerdeki Hristiyan kökler sökülüp atıldı. Hristiyan inancının başlangıcından bu yana Hristiyanların yuvası olmuş bu topraklarda – dini bir devlet yönetimi kurulmasını isteyen yüzü maskeli teröristler tarafından bütün bir Hristiyan mirası yok edildi. Yüz binlerce Hristiyan yalnızca Irak ve Suriye’de değil, Mısır, Filistin, İsrail ve başka yerlerde de anavatanlarını terk etmek zorunda kaldı. Onların bildiği anlamdaki siyasi düzenin çökmesinden sonra, korkudan ötürü Batı’ya ya da Ürdün veya Lübnan gibi daha misafirperver Arap ülkelerine göç etmeye sürüklendiler.
Orta Doğu’daki Hristiyanlar korku içinde yaşıyor. Hatta işkenceciler onları kâfir, çok tanrılı veya Batılı casuslar olarak gördüğü için bazılarının öldürüldüğüne şüphe yok. Oysa “zulüm” kelimesi, sadece günümüz Orta Doğu’sunda Hristiyanların acılarını tanımlamak için kullanıldığında, genellikle Hristiyanları Müslümanlara karşı önyargı ve nefretle doldurma amacı güden belirli bir politik program bağlamında sıkça ve açıkça manipüle edilir.
Neyin korkusu?
Korku kötü bir efendidir. Onunla yüzleşmek ve üstesinden gelmek için onu anlamak gerekir. Hristiyanlar, Arap dünyasının bilhassa savunmasız bir halkasıdır çünkü büyük kısmı kendini sürekli siyasi parti veya milisler gibi mezhepsel bir çizgi doğrultusunda örgütlemeyi reddetmiştir. 19. yüzyılın sonundan bu yana uzun yıllardır, politik ve sosyal anlamda en yüksek motivasyona sahip olan Hristiyanlar enerjilerini laik Arap milliyetçiliğinin çeşitli biçimlerde gelişimine adadı. Bu projede, Müslümanlar ve onların inançlarını paylaşan diğer azınlık topluluklarının üyeleriyle birlikte çalıştılar. Genelde “Arap uyanışı” olarak bilinen şey, Arapların kimliğini dinî temellere değil, Arap dili ve uygarlığına dayandırarak geliştirmeleri ölçüsünde başarılı olmuştur.
Görünüşe göre Hristiyanların en kötü kâbusları, yukarıda bahsedilen dini devleti kurma amacıyla ortaya çıkan teröristlerle gerçeğe dönüştü. Bu, Hristiyanlar arasında meşru bir korku uyandırmıştır; zira en iyi ihtimalle bu politik sistem Hristiyanları marjinalleştirecek, en kötü ihtimalle de Hristiyanlar öldürülecek, evlerinden sürülecek, haklarından yoksun bırakılacak, haraç vermeye zorlanacak ve küçük düşürülecekti.
Korku, kişinin ince ayrımlar yapma yetisini elinden alır. Oysaki korkunun üstesinden gelmek demek, karmaşık nitelikteki İslam uyanışının içerisindeki çeşitliliği ve karmaşıklığı algılayabilmek demektir.
Korku ve soyutlanmanın üstesinden gelmek
Korkunun ilk ürünü kendini soyutlama eğilimidir. Orta Doğu’daki Hristiyanların kendilerini mahalleleri, kurumları ve kulüpleri içerisinde soyutlamaları, onlar arasında gözle görülür bir eğilime dönüştü. On yıllarca siyaset alanında soyutlamacı eğilimleri reddettikten sonra, bugün bazı Hristiyanlar kendi siyasi partilerine sahip olmayı diliyor. Hatta aşırı dinci olanlar, Hristiyan kimliğinin Arap unsurunu, dilini ve medeniyetini dışlamayı öneriyor. Bu görüşe göre Hristiyanlar kesinlikle Arap değil, (Suriye’de) Arami, (Lübnan’da) Fenikeli, (Mısır’da) Kıpti veya (Irak’ta) Keldani olacaktır.
Korkunun ve onun yarattığı bir kıskaç olan soyutlanmanın üstesinden gelmek, Hristiyanların kendilerini hapsettiği gettolardan çıkıp, Orta Doğu toplumunun bileşimini tehdit eden monolitik İslami görüşlerce Arap dünyasının her boyutunda benzer şekilde tehdit edilen herkesi bulmayı içerir. Bunun için öncelikle, köktendinciliğin birincil kurbanlarının, bunlarla aynı görüşü paylaşmayan Müslümanlar olduğunu kabul etmek gerekir. Aşırı dinciler, Hristiyan’dan çok Müslüman öldürdü. Korku nedeniyle kaçan Müslümanların sayısı Hristiyanlardan daha fazla. Dahası, Yezidi, Dürzi ve Aleviler gibi diğer azınlıklar, Hristiyanlardan daha büyük tehlike altında, çünkü aşırı dincilere göre bu kesimlerin inançları ve uygulamaları, bir Müslümanın dinî çeşitliliğe gösterebileceği tahammül sınırını aşmakta. Son olarak, köktendincilere yakın çeşitli akımlar, gayrimüslimlerle kurulacak ilişkiler bakımından aynı görüş altında birleşmekten çok uzakta. Hristiyanlar bu akımlar arasında, buluşmaya ve diyaloğa hazır olanları aramalı.
Korkularının üstesinden gelen Hristiyanlar, Arap dünyasındaki yurttaşlarıyla bir dayanışma duygusu kazanmaya teşvik edilir. Bu kriz dönemlerinde çıkan birçok ses, onları evlerini ve kimliklerini terk etmeye ite dursun; Kilise ve sivil liderler, topraklarına ve ulusal kimliklerine sadık kalmaya ve yaşanmakta olan dramlar içerisinde umudu mayalamaya davet eder.
Korkuya karşı inanç
Orta Doğu istikrarsızlık ve kaosla sarsıldığı sürece Hristiyanların yaşamaya devam edeceği korkuya karşı tek panzehir inançtır. Hristiyanların, ismini taşıdıkları Efendileri onlara bir gül yatağı vaat etmemiştir. Mesih onu takip edenlere şöyle demiştir: “Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin. Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek, canını benim ve Müjde’nin uğruna yitiren ise onu kurtaracaktır.” (Mar. 8, 34-35) Bu sözler, Müjde’ye iman şahitliği yaparak yaşamlarını vermiş nesiller dolusu Hristiyan’a rehberlik etmiştir. Oysa birçok kişinin bu sözlerden kaçınıp Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri veya Avustralya gibi daha güvenli görünen bir dünyada çocuklarına daha iyi bir gelecek garantilemeyi tercih ettiği kolayca görülmekte. Aslında Orta Doğu kökenli Hristiyan diasporası bilinçli olarak kalmayı seçenlere ya da ayrılmayı göze alamayanlara destek sağlayabilir.
Bununla birlikte, zorlaştırıcı tüm koşullara rağmen cesaretlerinden, kararlılıklarından ve inançlarından esin alarak atalarının topraklarında kalmaya karar verenler de var, çünkü Mesih’in bir zamanlar ayak bastığı bu topraklardaki şahitliğini taşımak konusunda içlerindeki ilahî çağrı ve görevlerinin tehlikede olduğunu biliyorlar. İşte onlar, içlerindeki bu misyon duygusu sayesinde Kilise’nin Orta Doğu’daki geleceğini garanti eden Hristiyanlardır. Ellerini taşın altına koymuşlar ne geriye bakıyorlar ne de kaçıyorlar. Korkmuyorlar, suçlamıyorlar, kendilerini mezhepsel engellerin arkasında tecrit etmiyorlar, acıları yüzünden kendilerini paralize etmiyorlar; daha ziyade, ileri giden yolu seçmeye çalışarak geleceğe bakıyorlar. İnanç, Mesih’i aramaya koyulmak ve en uzaktakiler de dâhil herkesle buluşmaya gidenin peşinden yürümek suretiyle, korku ve tecridin ötesinde, açıklık ve hizmete doğru götüren tek emin yoldur. İman öylesine köklü bir duygudur ki, zaferin diriliş vesilesiyle zaten kazanılmış olduğunu ve yolda karşılaşılan haçlar (aşırı dincilik, nefret ve reddedilme) her ne olursa olsun, Mesih’in Haçında ölüm güçlerinin üstesinden gelinmiş olduğunu hissettirir. Sonuçta kazanan hayattır.
Orta Doğu’daki inancın yenilenmesi, yoğun baskı altındaki Hristiyanlar arasında, geçmişin mezhepsel bölünmelerinin üstesinden gelen daha iddialı bir Hristiyan birlik duygusu gerektirir. Papa Franciscus, tıpkı Fener Rum Ortodoks Patriği Bartholomeos ile birlikte bulunduğu Yeruşalem Kutsal Kabir Kilisesi önünde yaptığı konuşmada olduğu gibi, “ekümenik kan” temasını defalarca vurgulamıştır.
Aynı şekilde, inancın yenilenmesi – baskı, cehalet ve korkudan uzak bir toplum kurmak amacıyla – Müslümanlarla (ve İsrail-Filistin topraklarındaki Yahudilerle), açık ve dürüst bir karşılıklı saygı çağrısı yapmaktan ve ortak bir çalışma içinde diyalog taahhüt etmekten geçer. Bunu yapmak, aynı haklara sahip olma ve aynı yükümlülükleri yerine getirme konusunda eşit vatandaş olma talebini de güçlendirir.
Yorum Ekle