Miras Dergisi

Parayla Saadet Olmaz

1970’lerde Şükran Ay tarafından söylenen çok ünlü bir şarkının sözleri mutluluğun parayla elde edilemeyeceğini söylüyordu. O dönemin romantik idealizminden kaynaklanan bir saflık içinde aşkla para arasında bir karşıtlık kuruluyordu.

 

Oysa günümüz dünyası para ve şeyleri elde etmek, çoğaltmak üzerine kurulu.  İnsanların büyük bir çoğunluğunun her zaman eksikliğini duyduğu ortak bir şey nedir diye sorsanız cevap para olacaktır. Yoksulluk çağımızda insanlığın en ciddi sorunlarından biri. Dünya nüfusunun yarısı 5TL’den az bir parayla gününü geçirmektedir[1].  Bazıları parayı, gücü kendilerine ayırdıkları için, yalnızca kendilerinin daha fazla para ve daha fazla gücü olması için insanları sömürmekteler. Onların açgözlülükleri gelir dağılımını adaletsizleştirmektedir. Birilerinin para sevgisi diğerlerini açlığa mahkum etmektedir. Bu en yoksul 3 milyar insanını gündeminde çocuklarını geçindirmenin önemli yer kaplaması anlaşılır.

 

İnsanlar yoksul olmasalar bile ihtiyaçlarını karşılamak, hayallerini gerçekleştirmek, geleceklerini sağlama bağlamak amacıyla daha fazla paraya sahip olmak istiyorlar. Daha fazla şeye sahip olmak, daha iyilerini, daha yenilerini almak için paraya ihtiyaç duyuyoruz.

 

İncil bizi yumuşaklıkla uyarıyor: “Yaşayışınız para sevgisinden uzak olsun. Sahip olduklarınızla yetinin” (İbraniler 13:5). Yoğun bir biçimde tüketmeye, en yeni modelleri, en güzelleri almaya yönlendirilmiş günümüz insanları bu uyarıyla karşılaştığında özdeşlik kuramamaktalar. “Sahip olduğu ile yetinmek” kavramı dünyadaki yeni kuşaklara yabancı gelmektedir. Hatta gelişmenin önünde engel ve gerici bir tavır gibi görülebilmektedir. İnsanlık sürekli tüketmeye yönelik korkunç bir koşullanma altında yaşadığının farkında değildir.

 

Bu koşullanma para sahiplerinin yönetimi belirlemesi, sermayenin küreselleşmesi,  reklamların koşullandırmasıyla aslında ihtiyacımız olmayanı, sağlığımıza dokunanı, yaşamımızı gereksiz yere karmaşıklaştıranı satın almaya ve sürekli tüketmeye yönlendirildiğimizi fark edemiyoruz. Bütün dünyada “Hayatın Gerçek Tadı” olarak satılan içecekler, hamburgerin en “kralını” satan fast-food lokantaları, kahve zincirleri aldı başını gitti. Oradan kahve almak, oralardan alışveriş yapmak bir prestij meselesiymiş haline geldi. AVM’ler, Hipermarketler, internet mağazaları, kredi kartı rahatlıklarıyla gerekenden fazlasını almak kolay ve giderek doğal hale geldi.

 

Öyle bir düzende yaşıyoruz ki insanlar daha basit yaşasalar, daha azla yetinseler daha mutlu olabileceklerini bile düşünemiyorlar. Tüketmek bizi de tüketen, yoran, boğan bir döngü olmuş farkına varamıyorlar. Paraya ölesiye ihtiyaç duyuyoruz. Daha çok çalışmak, daha çok harcamak, daha çok sömürülmek, tükenmek durumunda kaldığımızı göremiyoruz.

 

“Hiçbir uşak iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı’ya, hem paraya kulluk edemezsiniz” (Luka 16:13). Dünyanın bizi giderek daha fazla paranın kulu olmaya yönelttiğini görmek durumundayız. Ödenemeyen kredi kartı borçları, taksitler, ev kredileri, komşunun yeni aldığı eşya ile rekabet çabası bizi bu döngünün içerisine hapsediyor. Ve hayatımızdaki “her türlü kötülüğün bir kökü de para sevgisi” (1. Timotesos 6:10) haline geliyor. Sahip olamadıklarımızı satın almak, aldıklarımızın borçlarını ödemek bizi para, bankalar ve sisteme köle haline getiriyor. Sürekli kaygı çekiyoruz; nasıl yaşayacağız, nasıl ödeyeceğiz, ne giyeceğiz, ne yiyeceğiz diye. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan insanlar en son model cep telefonlarından en az parayla nasıl konuşacaklarının hesaplarını yapıyor. Yaşamımız bir kölenin yaşamı; paraya kölelik ediyoruz.

 

Dünya daha rahat yaşamanın yollarının daha karmaşık zevklerden geçtiğini bize söylüyor. Televizyonlarda Kobe bifteğini en iyi nerede yiyeceğimiz, hangi marka televizyonun daha “gerçek” gösterdiği söylendikçe bunları yaşantımıza sorgulamadan alıyoruz. Oysa “gerçek” ile bunlar arasında önemli bir mesafe var. Yaşamımızın gerçek ihtiyacı düz bir televizyon ekranından daha önemli. Ömrümüzü ekranların önünde hayali ihtiyaçlarla harcıyoruz.

 

Kutsal Kitap bizi sadeliğe çağırıyor; daha çok şeye sahip olmaya değil, daha çok paylaşmaya çağırıyor. “Verin, size verilecektir. İyice bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış, dolu bir ölçekle kucağınıza boşaltılacak. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız” (Luka 6:38). Dünya bizi kendimize dönük yaşamaya ve hep bir şeyleri toplamaya çağırırken Tanrı bizi dışarıya dönük yaşamaya, sevgi göstermeye ve vermeye teşvik ediyor.

 

Dünyaya karşı koyun! Onun açgözlülüğü, hırsı, gücü ve parayı yücelten davranış kalıplarının yerine yaşamı yücelten, kardeşini ve Tanrı’yı seven tutum ve davranışların ne olduğunu keşfedin.

[1] http://www.statisticbrain.com/world-poverty-statistics/ 3 Haziran 2014 tarihinde erişilmiştir.

Pastör İhsan Özbek

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.