Miras Dergisi

Sevinciniz Tam Olsun

Çeviri: Pınar Ercan

“Dileyin, alacaksınız. Öyle ki, sevinciniz tam olsun!” diye davette bulunur İsa bize, Yuhanna İncili’nde (16:  24).  “İsteyin!”  Bu, bizi Tanrı’nın niyet ettiği sevinç ve mutluluğa götürmede belirleyici olan şeydir.

Daha ileri gidelim. İsa için arzu, zaten sevinç eğilimindedir, hatta İsa dünyadan gelen bir sevinç doluluğu deneyimine yönelmiştir. Aslında, şöyle der: “Benim adımla Baba’dan ne dilerseniz, onu size verecektir” (Yuhanna 16: 23). Paragrafın sonu (“sevincinizin tam olması için”) geriye dönük olarak arzunun en gerçek doğasını aydınlatır: Mesih adına dua edersek, tüm isteklerimiz, temelde, İsa’nın da deneyimlediği bu tam sevincin beklentisini içimizde derinleştirir. Onun deneyimlediği bu sevinç, çağdaşlarını kıskandıran bir sevinçti.

Müjdelerin sözlerini ciddiye alırsak, sevinci ahirete havale edemeyiz  veya onu Tanrı’nın özel bir ayrıcalığı gibi göremeyiz. İsa her zaman, insanlara kendisinin en iyisini vermekten zevk alan bir Tanrı’nın kanıtı oldu. İsa sevinç ve mutluluğun sırrına sahipti ve bunu bize açıkladı: Sözleri ve tecrübesi, bizi onun adımlarını takip eden her insanın mükemmel bir sevince erişebileceğine ikna etmek için anlatılır.

Sevinç, istenen bir şeydir

Bizden alınamayacak sevinç ile tam sevinç vaadi arasında, Yuhanna “İsa adına” (16: 23) sorma ihtiyacını ısrarla ortaya koyar. Ancak İsa, kendisini insanların “en küçüğü” nde, yani insanların onu orada bulmaktan ötürü şaşkınlık duyacağı o yerde mevcut kılacağını her daim ilan etmiştir. Belki de davet edildiğimiz şey, Baba’dan insanların en insanı adına – bizi yetindiğimiz, neşe içermeyen kendine yeterlilikten çekip çıkaranların içinde gizli olan o Mesih adına – sevinç istemektir. Sanki, başka bir insandan açık bir talepte bulunmadan, doğrudan Tanrı’dan talep ettiğimiz hiçbir  şey tam olarak gerçekleştirilemez. Mesih, “otistik” işleyişimizi terk etmek için en güçlü çağrı olarak kendi içindekalır.

Mesih’ten geçen bir mutluluk dileği


Benim “olmadan acı çekmek” diye adlandırdığım acıya – bizi bir tür koruyucu kaleye hapsederek yoksun bırakan  sıkıntıya – son vermenin zamanı geldi: “Şimdiye dek, benim adımla bir şey dilemediniz” (Yuhanna 16:24). Belki de, dünyamızın sonuna kadar her gün bizimle birlikte olmayı vaat eden, yolumuz üstündeki herhangi birinde cisimleşmiş bir insan olan Nasıralı İsa ile yaşanan ilişkiden geçerek dilemenin zamanı gelmiştir. “Şimdiye dek”, belki de artık insanlara güvenmiyorduk, onlardan hayati herhangi bir şey istemeyi bırakmıştık: “Sevincimiz artabilsin ve tamamına ersin diye” dilemek ve almak bize kalmış.

Buradan hareketle, hiçbir dileğin önemsiz olmadığını görürüz: O ilk küçük adım olmadan, bir sonrakini atabilir miydik? Ve Mesih’in “küçük” derken bunun boyutu konusunda ne kast ettiğini hiç bilmeden, en alçak gönüllü isteklerin filizlenme sürecinde yüz kat daha fazla sonuç verdiğine inanabilir miyiz? İnsanın başka bir insana doğru ilk adımı atma arzusunun kalbinde müjde ilhamlı bir tevazu yatar: Yardım istediğimde, insansız idare ederek yaşamaya son vermiş olurum. Sıradanlığımı kabul ederim: “Herkes gibi” olmamanın, lanetli olmanın, olağanüstü talihsizliklere mustarip olmanın acı verici şerefini tükettiğimde, kendimi sevince susamışlığımı keşfederim. Ve dilek yolundaki ilk adımdan itibaren, gerçekten sevinç duyabileceğimi görürüm! Günlük hayatım, kendimi giderek daha fazla dilekle yaklaşırken gördüğüm insan ilişkileri aracılığıyla Tanrı’dan neşe istemem için bana  sanki tesadüfen binlerce fırsat verir.


Sevinç deneyimi derinleştikçe arzunun kendisi de değişir. Önce daha fazla acı çekmemeyi istemiştik. Sonra kendimizi başkalarının sevgisini hissedebilecek durumda bulduk. Ve bir gün hiçbir şeyin ve hiç kimsenin alamayacağı sevinci istemeye cüret ettik. Hatta bazen tamlık boyutunda bir sevinci tattığımız bile oldu. Ardınan da, artık her ne olursa olsun, varoluşu yoğunluğuyla kucaklayan bir dip dalgası gibi süren bir sevinci arzuladık.

Acının neden bir boşluk, eksiklik, görünüşte dipsiz bir uçurum yarattığını anlamaya başladık: Bir gün, kim olduğumuzun yarattığı muvaffakiyet hissi içerisinde var olma duygusuna eşlik eden sevinç yoğunluğunu taşıyıp tutabilmek için alana ihtiyacımız yok muydu?  Ama yine de bizi bekleyen büyük bir sürprizimiz olabilir: Peki ya nihayetinde temel arzumuzun böylesi bir sevinç olmadığını, her şeyin ötesinde, en değerli mahremiyetimizde Öteki’nin ve ötekilerin ezici varlığı olduğunu yavaş yavaş keşfedersek?

Baba’nın sevinci bize ulaşır

 
Müjde’nin  – “mutlu haberin”- söylediği şey, Tanrı’nın sevincimizle en az bizim kadar ilgilenmesi, bizi ona götürmek için her şeyi yapacağıdır. Ve bunu, tüm sevincini içinde bulduğu sevgili İsa aracılığıyla yaptı da: “Rab’bin gözünde değerlidir, sadık kullarının ölümü” (Mezmurlar 116: 15).  İnsan sevincinin onu her şeyden önce ilgilendirdiğini söyleyebiliriz. Antropomorfik bir şekilde konuşmamız gerekirse, bedelini ödedi ve her zaman ödeyecek! Zira sevincimiz onun için sonsuz değerde. Ama dahası var. İsa, bize Baba’nın yakınlığını tanıtır. Bize Tanrı’nın çocukları olma cesaretini, güvenini ve gücünü verir. Yarattıklarıyla “birlikte acı çekerek”, “onlara şefkat duyarak” ortaklık eden bir Tanrı, çocukları dahi kendi acılarını fark etmeden önce acı çeken bir Tanrı-baba. Bana öyle geliyor ki Yuhanna, ilahi babalıkta mükemmel sevincin kaynağını en çok algılayan müjdecidir. Gerçekten de onun Müjde’sinde, 73 kez “Tanrı” unvanı, 115 kez “Baba” sıfatını buluruz – ayrıca “tam sevinç” ifadesini çok kere tekrar eden tek Müjde! Sanki mükemmel sevinç ve mutluluk deneyimi, Baba’nın her insanla yakınlık arzusunun deneyimlenmesi veya bunun açığa çıkarılmasıyla gerçekleşiyor. İsa’nın sözleri buna tanıklık ediyor. Mutluluğumuz, İsa’nın Baba ile yaşadığı yakınlık içinde yaşama yeteneğimizle bağlantılıdır. Tanrı’yla ne kadar yakın olursak o kadar mutlu oluruz.

* * *
Ormanın derinliklerinden, Sarovlu keşiş Serafim’in (1833’te ölen Ortodoks Aziz) kendisini ziyarete gelen hacıyı şu sözlerle karşıladığı söylenir: “Sevincim!” Sürdürdüğü aşırı sade hayatta, başka bir insanın gelişi gerçek bir ziyaretin yoğunluğunu taşımış olmaz mı? Basit bir karşılaşmada mükemmel sevinci bulmak için, mahremiyet dünyamızda, yakınlık arayışı içindeki Baba tarafından gönderilen her insan için bolca yer bırakmamız gerekmez mi? Vaftizci Yahya’nın sözlerini bu şekilde anlayabiliriz: “O büyümeli, bense küçülmeliyim.” Benim arzuladığım sevinç, benimle yakınlık ilişkisini çok arzulayan bu Baba için içimde mümkün olduğunca çok yer açmaktır. En büyük sevincim için, O’nun en büyük sevinci için, kalbinin derinliklerini “sayısız malikaneye sahip Baba’nın evi” ne dönüştüren temel yoksulluk.

Lytta Basset

Christus Dergisi

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.