Miras Dergisi

Kırmızı Çizgiler

Kilisenin ne olduğu konusunda çok fazla kafa yoruyoruz. Bazılarımıza göre Kutsal Kitap bu konuda çok net bir tanım yapmakta, bazılarımız için o kadar kesin bir tanımdan söz etmek zor. Yine de genel tanımlarının dışında kilisenin değişmez gerçeği insanlardan oluşuyor olmasıdır. Kilise insandır. İnsanların birliği, bu birliğin Rabb’e hizmet ve tapınma için ürettiği değerler, gelenekler ve ortak ruh kiliseyi tanımlayan şeylerin ilk beşinde değerlendirilebilir. Tabii yapı taşı insan olan kilisenin insana dair sorunlarla boğuşmadan yoluna devam etmesi mümkün değil.


Ben ise son günlerde en çok kırmızı çizgilerimiz üzerine kafa yoruyorum. Veyahut yormak zorunda kalıyorum. Kardeşler arasındaki ilişkilerde kaçınılmaz çarpışmaların dışında kırmızı çizgilerin birbirine temas ettiği, konfor alanlarının işgal edildiği veya düşmanca hislerin ortaya çıktığı durumlar üzerinde en çok.


Tüm kardeşler birbirini sever mi? Sevmeli mi diye sormuyorum. Sever mi? Sanırım elbette hayır diyenlerimiz olacaktır. Elbette sorunlar yaşadığımız veya diğerlerinden daha az anlaştığımız kardeşler olacaktır diye düşünebiliriz. Ama benim buradaki temel kaygım sevgisizlik, hatta birine karşı organize kötülük etmek. Böyle bir şey kilisede mümkün mü? Sanırım uzun yıllarını kilise ortamında geçirmiş kişiler için buna evet demek çok zor değil. Bu noktada kim kardeştir, kim değildir gibi uzun ve yararsız bir tartışmadan bağımsız olarak yazıyorum. Durum o kadar vahim ki Londra metrosunun o meşhur haritası gibi kırmızı çizgilerin üzerine basmadan yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Tabi kendi çizgilerimizi korumaya da çalışarak. Bu çizgiler bizim hayat boyu edindiğimiz deneyim, yaşadığımız çatışma ve kişisel gelişim sürecimizin bir sonucu. Çoğunun Mesih’le tanıştıktan sonra bizde beklenen değişimin bir parçası olduğunu düşünmüyorum. Zira kemik yapının değişime çok açık olmadığı, davranışsal ve sosyal değişimin daha çok gerçekleştiği insan varlığının, kilisede topyekûn bir arınmaya tabi olmasının bir oldu-bitti meselesinden fazlası olduğuna inanıyorum. Bu nedenle kırmızı çizgilerimiz aslında Mesih’in de bizde yaptığı işe direnen ve muhakkak başkalarıyla (kardeşlerle) çatışma yaratan bencil sınırlarımızdır. Ve bunların varlığının farkında olalım ya da olmayalım adına kilise dediğimiz yapının yararsız boşluklarını böyle dolduruyoruz. Kilisenin boşluklardan münezzeh kılınması önemli. Ancak o kırmızı çizgilerin doldurduğu bir yapılanma değil bu.


Kırmızı çizgileri biraz açalım. İlk adımı başkalarının eleştirilmesi, kendinin övülmesi ve “hak ettiklerimizin” sınıflandırılmasıyla atılıyor. O noktada artık bir ben ve diğerleri gerçeği yaratıyor ve kilisenin veya dahlinde bulunan hizmetlerin nasıl da “benim” istediğim çizgide olması gerektiğine dair duygu ve düşünceler geliştiriyorum. Bu ilişkilerime yansımaya başlıyor. Sonra buna uygun ve belki de oldukça sağlam kaynaklardan beslediğim bir teolojik taraf belirliyorum (hatta mevcut değilse yaratıyorum). Kendimde yarattığım bu küçük egemenliğin temas ettiği her şeye karşı kontrolcü ve tutarsız bir yönetim sergiliyorum. Kardeşlerle önce sürtüşmeler sonra da açık bir rekabet yaratıyorum. Ben önemliyim. Sloganım veya yaşam mottom bu oluyor. Başkalarının hataları başkalarının düşmanlığına, bir süre sonra varlıkları bir soruna dönüşüyor. Tümden bir yalnızlaşma değil bahsettiğim bu süreç. İllaki “beni” besleyecek bazı ilişkileri sürdürebiliyorum. Kilisenin nereye sürüklendiği veya neyden mahrum kaldığı önemli olmuyor. Çatışmalara ve bunların sonuçlarına mahkûm olmuş bir ruhsal atmosfer yaratıyor ve en vahimi bundan en çok şikâyet eden kişi ben oluyorum. Çünkü hala “ben önemliyim”.


Hizmet bensiz yürür mü? Kilise benim değerlerim ve onların katkısı olmadan sağlıksız kalabilir mi? Ben anlatmazsam diğerleri anlar mı? Benim hükmüm olmadan neyin doğru veya yanlış olduğu seçilebilir mi? Sonunda bu sorulara geliyoruz. Kilise demek “benim” çizdiğim kırmızı çizgiler demek. Anlaşmazlık durumunda o çizgileri daha düz, kalın neredeyse bir duvar gibi geriyor ve savunmaya geçiyorum. Bazen onları sivri, sert hale getirip saldırıya geçiyorum. Hepimiz zaman zaman buna benzer çatışmalara ya maruz kalıyor ya da öznesi oluyoruz.


Aslında kilise ne demek? Buna teolojik bir doğru belirleyecek kadar iddialı olmak istemiyorum. Ancak şunu deneyimledim; kilise öncelikle sizin “ben” diye direterek var olmaya ve katkı sunmaya devam edebileceğiniz bir yer değil. Hepimiz kırmızı çizgilerimizden vazgeçerek hem kiliseyi zenginleştirebilir hem de ruhsal gelişimimize bir güç sağlayabiliriz. Kilise elbette herkesin yararlanması, tedavi olması ve büyümesi için var. Ama bunun anlamı başkalarını öteleyip kendimizi dayatmak, her çatışmada suçlayıcı olmak, kendi konfor alanlarımız yüzünden başkalarının yok olmasına izin vermek ve “ben olmadan” sorularıyla gereksiz bir gündem yaratmak değil.

En klişe tabiriyle biz kilise, kilise de bizim için. Yeşil çizgilerin arttığı bir kilise ise tüm dünya için faydalı…

Gökhan Talas

Yayıncı

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.