Miras Dergisi

Sizce Ben Kimim?

Hristiyan inancı ve felsefesi söz konusu olduğunda yaratıcı ile insan arasındaki engel günah, geri dönüş sağlayacak olan da yol, gerçek ve yaşam ve dahi insanı aydınlatan, değiştiren, geliştiren Logos yani İsa’dır.Hristiyanlık; Tanrının var’lığının sorgulandığı dünyada VAR’ın nasıl insan bedeni aldığını gösterir. VAR’dan Var’a fark var’dır ve bu farkı kapatan İsa’dır. Bu nedenle Hristiyanlığın her şeyi İsa’da açığa çıkar ve yine O’nunla tamamlanır.

Peki Tanrı sevgiyse ve iyiyse Tanrıyla ayrılık, kötülük, cennet – cehennem, şeytan, tarihin sonu ve yargı günü nereden çıkıyor? Hristiyanlık cevaplarını ve Tanrıyla ilişkiyi hangi kavram üzerine oturtuyor?

İnanmak ve düşünmek zihinsel iki bilgi işleme disiplini/sistemi olarak birbirleriyle aynı yaştadır. Düşünmenin “Nirvanası” Felsefedir. Felsefe yapmak sıradan ve düzensiz düşünme biçiminden farklı olarak amaçlı bir biçimde düşünmektir. Her ne kadar tarihçiler felsefeyi akademik anlamda Antik Yunan uygarlığına dayandırsalar da, insanın bulunduğu her yerde ve her dönemde felsefenin olduğu, felsefenin yapıldığı bir gerçektir.

Başından başlayalım; insan gerçeklik tarafından içerilen, onun hem bir parçası hem de ondan bağımsız kendi varoluşuna sahip bir öznedir. Hem bedeni hem de zihniyle evrensel küme içindedir. Onun evrenin bir parçası olması pasif nesne olmasını zorunlu kılmaz, insan zihni aracılığıyla analiz ve sentez yaparak kendisinde olan, kendisinin de içinde bulunduğu evrende öznel etkinlik alanı yaratır. İnsan zihni etkin olduğunda evrensel gerçeklik onun bilgi ve anlam nesnesi haline gelir.

Özne etkinlik alanından bir adım daha ilerleyerek tasarım boyutuna geçer. Gerçeklikte gözlemlediği formel çizgilerden yola çıkarak içerikler yani anlamlar üretir. Başka bir deyişle özne  gerçekliğin karşısına geçer ve bundan nasıl bir gerçek tasarlayacağına karar verir. Zira aynı gerçeklikten yola çıkarak birbirinden farklı birçok gerçek tasarımının ve de felsefi ekolün varolmasının nedeni insan öznelliğidir.

Gerçek: Ham maddesi Gerçeklik olan tasarım

Gerçeklikten gerçek tasarlamak için tek yol felsefe değildir. Bilim ve din de gerçeklerimizi oluşturmamızı sağlayacak bilgi disiplinleridir. Özne; herhangi bir disiplini kullanarak gerçekliğin karşısına geçer; tıpkı oyun hamuruyla çeşitli şekiller tasarlayan, kendine özgü bir paradigma ve bir yöntem kullanarak gerçekliği eğip bükerek kendi gerçek tasarımını yapan bir çocuk ya da elbiselik kumaştan kendi ölçü ve biçki aletleriyle kendi elbise modelini tasarlayan terzi gibi davranır diyebiliriz.

Bilimsel arka planı olan, bilimsel paradigmaya sahip bir insan kendi dışındaki gerçekliğe bakar olgusal ve deneysel yöntemler kullanarak pozitif bir evren ve pozitif neden-sonuç ilişkileri içinde maddi bir gerçek bütünü görür. Felsefi bir paradigma kullanan birey ise akli ve zihinsel metotlarla sorular sorarak bitmeyen bir gerçeklik arayışı içerisindedir. Karl Jaspers’ın dediği gibi “felsefe yolda olmaktır” ve bu nedenle buraya kadar ilerleyeceğiz, burada bitti şeklinde sınırlar belirlemez. Sorgulamaya tartışmaya gerçekliği kurcalamaya devam eder. Kimi madde, kimi de idea cinsinden olacak şekilde her filozof kişisel gerçeğini tasarlar.

Felsefe ve dini inanç arasında metafizik bağlantılar da yok değildir. Bazen felsefe gibi görünen şey inanca, inanç gibi görünen şey de felsefeye dönüşebilir. Ancak yine de felsefe, inanç gibi gerçeği ve gerçeğin köklerini konu edinir. Aynı kökene ilişkin olarak felsefe “Ne” sorusunu sorar ve gerçekliğin kökenini, arkhesini bulmaya çalışır. Örneğin Thales “su”, Herakleitos “ateş-Logos”, Demokritos “atom” cevabını verirken Platon “idea ve idealar dünyası” sonucuna ulaşmıştır. Filozofların farklı tasarımları nedeniyle felsefe tarihi bir “gerçekler galerisine” benzemiştir. Elbette felsefenin tek sorunu varlık ve gerçek değildir. Bilgi, etik, estetik, bilim ve din gibi her şey felsefinin ocağına düşmüştür. Her filozof bu konularla ilgili yemek tarifine göre kendi kazanında özel bir yemek hazırlamıştır.

Bilim ve felsefeye benzer bir şekilde “dini inançlarda” olgusal evrensel gerçekliğe bakar. Gerçeği, gerçekliğin de ötesindeki yaratıcıya dayandırır. Ancak bilim ve felsefeden farklı olarak ne? neden? nasıl? sorularından değil de Kim! sorusundan başlar. Çünkü ne sorusu bir kişiyi ve kimliği aramaya çalışmaktan öte bir nesneyi arayışı gösterir. İnanç ise nesneye değil nesneyi tasarlayana ve yaratana odaklanır.

Bilinç, hayat ve irade sahibi olan özne “gerçeklik köprüsünün öte yakasında” kendisine benzer ama kendinden mutlak aşkın bir kişinin olduğunu sezer. Bu kişi elbette Tanrıdır ancak köprünün iki yakasındaki kişiler bir “nedenle” ayrı düşmüştür. Sınırlı olan insan, sınırsız Tin’den uzakta bu dünyada gurbette yaşar. İnsan ancak Tanrı’dan gelen Logos’la aydınlanarak, birleşerek ve özdeşleşerek gerçekliğin ötesine yolculuk yapabilecek değişimi sağlayabilir. Bir tırtılın göklere ulaşması için yaşaması gereken değişim gibi…

Hristiyan inancı ve felsefesi söz konusu olduğunda yaratıcı ile insan arasındaki engel günah, geri dönüş sağlayacak olan da yol, gerçek ve yaşam ve dahi insanı aydınlatan, değiştiren, geliştiren Logos yani İsa’dır. Bilim için aksiyom ve postulatlar ne ise Hristiyan inancı için bu dogma odur. Bu yönüyle Hristiyanlık, var (Tanrı), var (insan) ve var (gerçeklik) arasındaki bağı görebileceğiniz, dogmayla nasıl felsefe yapabileceğinizi keşfedebileceğiniz mutlak inançtır.

Hristiyanlık; Tanrının varlığının sorgulandığı dünyada VAR’ın nasıl insan bedeni aldığını gösterir. VAR’dan Var’a fark var’dır ve bu farkı kapatan İsa’dır. Bu nedenle Hristiyanlığın her şeyi İsa’da açığa çıkar ve yine O’nunla tamamlanır. O hem Tanrıdır hem de insandır. Bu nedenle insan ve yaratıcı arasındaki aşılmaz günah boşluğunu doldurabilir.

İsa’nın yaptığı ve yapacakları; dün, bugün ve yarın değişmeyecek olan kimliğinden taşar. Bu nedenle Yeni Antlaşma’nın tüm metinlerinde anlatım İsa’ya odaklanır ve okuyucusundan bu kişiyi tanımasını ister. Çünkü tüm yazılanlar Havari Yuhanna’nın dediği gibi onu tanımak ve iman ederek kurtulmak amacına hizmet edecek şekilde yazılmıştır.

Hatta İsa’nın havarilerine sorduğu “Sizce Ben Kimim?” sorusuyla dikkat çektiği gibi; Tanrının kim olduğunun ve ne yaptığının Hristiyan inancının ve felsefesinin odak noktası olduğunun altını çizer. Peki yukardaki soruya cevaben Tanrı hakkında verilebilecek en kısa ve en doğru yanıt nedir?

Tanrı Sevgidir!

Tanrı mutlak olarak aşkındır ve tanımlanamaz. Ancak bu durum insanların onun hakkında düşünmesini; çeşitli fikirler ve bu fikirlerle inançlar oluşturmasını engellemez. İnancın, düşünmek kadar evrensel olmasının başat bir nedeni tam da bu engellenemez fikir özgürlüğüdür. Özgürlükten doğan düşünme ve inanma evrensel eylemlerdir, tarihin hangi noktasına giderseniz gidin insanı orada  farklı biçimlerde olsa da düşünürken ve inanırken görürsünüz.

İnanç, insan ve yaratıcı arasındaki bağı anlamak ve açıklamak ister. Yeryüzündeki pek çok inançta insan Tanrısının beğenisine, rızasına, onayına ve kişisel kurtuluşuna hizmet etmek için vardır. Bu inanç sistemlerinde insan; din içindir.

Ancak İsa bunun tam aksini söyler insan din için değil, din insan için vardır. Hatta daha öteye gider Tanrı insanları öyle çok sever ki insan gerçeklik köprüsünü kendi yetenekleriyle aşamayacağı için O dünyaya gelerek çarmıhta ölür ve tinsel yeni bir köprü kurar. İnananlar bu köprüden karşıya geçebilir, böylece Tanrı da insan için olur. Tanrının kalkıştığı bu “çılgınlık” aşktan gözü kör olmasından değil bizzat kendisinin Aşk olmasından kaynaklanır. Tanrı Var olur ki Var, VAR’a ulaşabilsin.

Sorular?

Peki Tanrı sevgiyse ve iyiyse Tanrıyla ayrılık, kötülük, cennet – cehennem, şeytan, tarihin sonu ve yargı günü nereden çıkıyor? Hristiyanlık cevaplarını ve Tanrıyla ilişkiyi hangi kavram üzerine oturtuyor?

Bu makul sorular Hristiyan inancının geliştirdiği teolojik ve felsefi argümanların neredeyse tamamını kapsayacak niteliktedir. Bu sorular tek bir metinde tamamı cevaplanamaz olsa da Aziz Augustin’in yaptığı gibi insanın özgür iradesi üzerinden  genel bir cevap verilebilir. Hatta İnsan ve Tanrı arasındaki bağın bozulmasını konu alan Adem ve Havva öyküsü bile özgür iradeye dayanan davranışların sonuçlarını vurgular. Öykü, Tanrıdan bağımsız ama kendinin tanrısı olmak istemenin Tanrıdan ayrı düşmeyle neticelendiğini öğretiyor. Bu düşüş Tanrı olacağını sanıp Tanrı olmayanı seçmenin doğurduğu günaha-kötülüğe varıyor.

Kötülük sorunu tüm teologların boğuştuğu, bir cevap bulunsa da bulunan cevaplardan pek çok insanın tatmin olmadığı konuların başında geliyor. Bazı hümanistler insan ve Tanrı arasındaki “boşanmada” insanı kayırarak gerçeği ıskalıyorlar. İnsanı ve gerçekliği Logos’a bağlı yasalar üzerine yaratan Tanrı, kendi benzerliğinde yarattığı insana verdiği akıl-lojik ile bu yasaları anlamasını ve yaratılışla sevgi içinde uyumlu olmasını bekliyor. İnsan doğada oluşabilecek ve insan yaşamını tehdit edebilecek olaylara karşı aklını kullanarak korunabilecek donanımlara sahip oluyor. Ama “ayartıcı” aklı nasıl aşacağını ve yaşam yasasının nasıl ihlal edileceğini biliyor. Daha fazla Tanrı olma, daha fazla güç, daha fazla şey vaadiyle ona sesleniyor. Faydalı olduğu halde fazla alınan ilacın insanı zehirlemesi gibi zehirliyor insanı bu “daha fazlasını isteme arzusu”.

İnsan da doğal ve kutsal yasayı ihlal etmenin ölümcül sonuçlarını anlamasına rağmen, özgür iradesinin dümenini yasa alanının dışına kırıyor. Bu dışarıdaki alanda, Amerika’yı keşfeden Kolomb gibi yeni bir dünyayı keşfedeceğini umuyor belki ama eline geçen tek şey ölüm oluyor. Kilise, pan-zehirini dağıtmaya çalışsa da bu ölüm tüm insanlığa bulaşmış durumda ve her geçen gün çoğalmaya devam ediyor. kendimize ve bilgelere sorup duruyoruz “Nereden geliyor bunca kötülük?”

Kaynağı tartışmalı olsa bile insanın kötülüğe aracılığı tartışmaya kapalıdır. İnsanlığın kötülüğe boğulmuşluğunu bilgisayar programları üzerinden daha güncel bir örnekle somutlaştırmaya çalışayım. Bilgisayar programcıları programların nasıl davranması gerektiğini belirledikten sonra bunlar için gerekli kodları yazmaya başlarlar. Her kod programda bir işlev ya da özelliği sağlar. Kodlar bir bütün halinde çalıştığında program amacına ulaşır. İnsanlar da dünyanın her yerinde “sözleriyle”, “eylemleriyle”, “ihmalleriyle” bilgisayarları çökerten virüs programlarındaki gibi sonuçları zararlı olacak “kodlar” yazıyor. Tüm insanlığın ortak yazılımı olan bu kodlar; Dünya bilgisayarında, Yaşam yazılımıyla çalışmaya başlıyor ve haber programlarında izlediğimiz cinayetler, hırsızlık, savaş haberleri olarak ekranda kendini gösteriyor.

Ekranda gördüğümüz kötülüğün sorumlusu olarak da dolaylı ya da doğrudan Tanrıyı işaret ediyoruz. “Kötülük Sorunu” dediğimiz şey bizim iyi olanı reddetmemiz ve kötü olanı seçmemizle karşımıza çıkan kümülatif bir problem. Ancak insan yine de tercihlerinin total sonuçlarıyla yüzleşmek yerine insanı özgürce yaratan ve bu özgürlüğe saygı duyan Tanrıyı suçlayarak yazdığı faydasız kodlara bir yenisini ekliyor.

Tabii ki yaşamın karmaşıklığına gizlenmiş kötülük bu kadar basit bir örnekle açıklanamaz ama dünyadaki kötülüğün insan aracılığıyla insana ulaştığı açıktır. Somutlaştıracak olursak; atom bombasını tasarlayan, üreten, kullanan insandı ama insanın kukla gibi iplerini çekip insana engel olmayan, onu ve özgürlüğünü var sayan Tanrıyı suçlamak ve yok saymak bazılarımız için daha kolaydı. İnsan bindiği dalı kesen testerenin kimin elinde olduğunu görmezden gelerek kendi başına yıkım getiriyor ancak Tanrıyı suçluyor. Ayağını masaya çarpınca masaya kızan-vuran çocuk gibi sorumluluğunu idrak edemiyor. Bununla beraber Tanrı, yıkıma giden insanlık için çarmıhta kollarını açıp engel olmaya çalışıyor. Suçlarımızı ve günahlarımızı O’nun üstüne atmamızdan rahatsız olmayıp aksine alçak gönüllülükle bunları yükleniyor.

Biz’e karşı Ben

Tanrı, insanı hiçliğe götüren tercihleri karşısında pasif bir şekilde durmuyor. İsa aracılığıyla “kayıp çocuğun” eve dönmesini sağlayacak her şeyi yapıyor. Ruhsal anlamda ev tıpkı Aden bahçesi öyküsünde olduğu gibi insanın sevgi olan Tanrıyla bütün olduğu, sevgi ve uyumu bulduğu “Biz” halidir. Biz; kaynağı sevgi olan Tanrının kendini açtığı ve kendiyle uyumlu olan her şeyi kendine dönüştürdüğü bütündür mıknatısla temas eden demirin mıknatıslanması gibi. Burada Ben ancak Biz’deki yeriyle Ben olur. Bu sezgisel uyum ve bütünlük bir tür “Ubuntu” veya teolojik tanımıyla “Cennettir”.

Cehennem ise merkezinde sevgi olan Tanrısal Biz bütünlüğünden ayrı olarak, Ben’in saltanat kurma arayışıdır. Burada her şey Ben’e hizmet eder, Ben için vardır. Ben evrenin merkezi ve kendisinin tanrısıdır. Ama bütün Ben’ler kendine odaklandığı ve değerli saydığı için Leibniz’in Monad’ları gibi “penceresiz” karanlık ve yalnızdır. Ben kendini yükseltecek güce sahip olmadığı için kendi ağırlığıyla yani kibriyle düşer. Çünkü Tanrının öngörüsünde diyalektik farklı işler; kendini küçük gören büyür, büyük gören ise küçülür tıpkı İblis’in düşüşünde olduğu gibi…

Müjdenin bakış açısıyla insan yaşam serüveninde Biz’in mi yoksa Ben’in mi tarafında olacağına kişisel olarak karar verir. Kendini iman, umut ve sevgiyle Biz’e açtığında Tanrıda yeniden doğar. Hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği kusursuz bütünlükte yetkinliğe erişir. Ben’in mutlak kibrini seçen ise onun hacimsizliğine sıkışarak karanlık ve diş gıcırtısıyla karşılaşır.

Özgür iradeyle verilen yargı neticesinde Cennet ve Cehennem son tahlilde kişinin tercihi olarak kendini gösterir. Birey verdiği yargıyla kendini yargıla-t-mış, ölçtüğü ölçeğe göre ölçülmüştür. Özne inanç ya da inançsızlık tercihiyle ruhsal gerçeklikten kendine bir gerçek tasarımı yapmıştır da diyebiliriz. Cennetin mimarı Tanrıdır ama herkes kendi cehenneminin… Bektaşi’nin deyişiyle “Herkes ateşini burdan götürmektedir.”

Kilise kimsenin yaşamdan mahrum kalmasını istemez. Düşmanlarına bile kollarını açar. Felsefesi-inancı gereği; insanı kendini ve varoluşun kaynağını tanıması ve gerçekliği doğru anlaması için “Sizce ben kimim?” diye soran kişiyle yüzleşmeye davet eder. En başından beri olduğu gibi bu davette asla zorlama yoktur. Özgürce karar vermek kişiye kalmıştır. Ancak hatırlatmakta yarar var. Bu daveti kabul edenlerin doğru cevaba ulaşması için alacağı yardım Petrus’a açıklanan yardımdan daha az olmayacaktır.

Gökmen Göral

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.