Miras Dergisi

Yetki Altına Girmeyen İsa

Yeni Antlaşma çalışmalarında sıkça rastlanan tarihsel İsa ile iman edilen Mesih arasındaki keskin ayrım, önemli Hristiyan bayramlarında melodram tarzında fikirler arayanlar için tükenmez bir maden haline gelmiştir. Tarihsel İsa, Filistin’de doğmuş ve büyümüş, Pontius Pilatus döneminde çarmıha gerilmiş sade bir insan olarak ele alınır. İman edilen Mesih’in ise dünyasal İsa’nın ilk hayranları tarafından icat edilmiş efsanevî ve doğaüstü bir karakter olduğu varsayılır. Bu düşünce biçimi on sekizinci yüzyıl Alman Kutsal Kitap akademisyenleri arasında yeşermiş, özellikle de Herman Samuel Reimarus’un 1774-1778 tarihlerinde kaleme aldığı notlarının ölümünden sonra yayınlanmasıyla güçlenir. 

Reimarus’un Kutsal Kitap kayıtlarının tarihsel doğruluğu hakkındaki şüphelerinden ilham alan pek çok uzman, İsa’yı doğaüstü niteliğinden ayırarak çeşitli dinî ve kültürel rollerini konu ettikleri yazılar yayınlamışlardır. “Tarihsel İsa’nın peşinde” diye bilinen bütün bu hareket Albert Schweitzer’in 1906 yılında yayınlanan ve harekete adını veren Tarihsel İsa’nın Peşinde adlı kitabıyla büyük ses getirir. Schweitzer Tarihsel İsa’nın peşindeki uzmanların ortak bir şeyi paylaştığını gösterir; bunlar İsa’nın kimliği hakkındaki kendi inançlarını dayandıkları varsayımlar olarak kullanıyorlardı ve böylece her biri “onu kendi karakterine uygun olarak yaratmıştı.”(1) Diğer bir deyişle, her biri aslında ilk başta aramaya çıktıkları İsa’yı üreterek bir sonuca vardılar. 

Ne yazık ki, İsa’yı kendi benzeyişimizde biçimlendirme eğilimi günümüzde hâlâ devam etmektedir. Akademik çevrelerde, bu eğilim “gökleri Galileo’nun teleskopuyla görenler” için doğaüstü olasılığını reddeden İsa Semineri tarafından temsil edilir. İmanlılar arasında bile, kendi egemenlik alanımızı istemediğimiz incelemelerden korumak için İsa’nın adı önüne “benim” iyelik zamiri koyduğumuz zamanlarda çirkin yüzünü gösteriverir. Birkaç yıl önce bir arkadaşımla birlikte ibadetin ortasında bazı kişilerin sarsıcı kahkahalar attığı bir kiliseye katıldık. Arkadaşım daha sonra bana bu insanların İsa’da  kahkahalar attığını açıkladı. Tarihsel İsa hakkında bazı şeyler biliyordum, ama histerik İsaile ilk kez karşılaşmıştım. Bu deneyim sayesinde insanların elinde İsa’nın ne kadar değişken haller alabildiğine dair fazladan bir kanıta rastlamış oldum. 

İster provokasyona yol açabilecek hürmetsiz ifadelerde, isterse coşkulu övgü anlarında olsun, İsa’nın kişiliğinin çekiciliğinden etkilenmemek imkânsızdır. Çocuklar pazar günleri O’nunla ilgili coşkun ilahiler söylerler, fildişi kulelerde yaşayan yaşını başını almış akademisyenler O’nun sözleri üzerinde kılı kırk yararak parlak kariyerler yaparlar. Yeni Çağ taraftarları O’nu aşmış bir üstad olarak görmek ister. Hindular O’nun bir guru olmasını ister. Müslümanlar O’nu Allah’ın bir peygamberi olarak kabul ederler. Seküler hümanistler O’na büyük bir ahlâk öğretmeni olarak hayranlık duyarlar ve dünyanın ezilen tabakası O’nun acılarıyla özdeşleşir. Tıpkı sıra dışı kişilik özellikler gösteren son derece yetenekli bir sporcu gibi, sanki İsa antrenörlerin belirlediği sınırlar içinde kalmak kaydıyla her takıma kabul edilmektedir. İsa’yı kendi koşullarımız dahilinde kabul etmekte ısrar ederiz ve O’nun kimliği hakkındaki düşüncelerimiz en aziz tuttuğumuz imgelerin biçimini alır. Pamuk Prenses masalındaki kraliçe gibi sorduğumuz sorular bazen önceden belirlenmiş cevaplardan ileri gelir. “Ayna, ayna, söyle bana, hangi İsa en güzel?” diye sorarız ve kabul edeceğimiz tek cevap hayallerimize en uygun düşen olacaktır. 

Ancak İsa’nın öyküsünde yola çıkarak ısmarlama bir karakter yaratma cüretimize rağmen, Kutsal Kitap’ın tanıttığı İsa hem kendisine hem de bize hakimdir. Yükselen tozlar dağıldığında, “Sizce ben kimim?”  (Matta 16:15) sorusunun ardında insan bedeni almış Tanrı Oğlu’nun sonsuza dek görkemli endamı durmaktadır. Bu soruya dürüstçe cevap aramak kendi varsayımlarımızı mevcut kanıtların ışığında gözden geçirmemizi gerektirir. Hepimizin mücadele etmesi gereken esas mesele, kontrolümüzün tamamen dışında olan ve kendimizi teslim etmemiz gereken bir varlığa karşı nasıl bir tutum takındığımızdır. Felsefeci Thomas Nagel, Son Söz adlı kitabında Tanrı’nın var olmadığına ilişkin düşüncesini “kozmik yetki sorununa” dayandırırken birçok insan adına konuşmuş olmalıdır. (3) 

Çevremizde tanık olduğumu acılar ve ıstırap karşısında kolayca çöküyoruz ve işin aslı çökmeliyiz de. Tanrı Oğlu’nun kör edici günahsızlığı karşısında kendi günahlılığımızı görmenin tatlı acılığıyla yüreklerimizin çöktüğü gün ne sevinçli bir gündür; yumruklarımızın gevşeyip başkalarına atacağımız taşları bıraktığımız ve en sonunda Tanrı’ya O’nun danışmanları olarak değil de, merhamete ve bağışlanmaya muhtaç günahkârlar olarak yaklaştığımız gün ne harika gündür! Niyetimiz doğru ise ve aynamız Tanrı’nın sözü ise, gerçek güzelliğin ancak Mesih’de var olduğunu bildiren vahiy, O’nda kendi güzelliğimizin restore edilmesi için bizi daha yaklaştıracaktır. Yaratıcımızla böyle bir karşılaşma, tanrı-mucitlerinin fabrikasından çıkan bunaltıcı yaygaranın içinde bulunamaz; ancak çarmıhı görmemize engel olan her şey ortadan kalktığında görülebilir. 

J.M. Njoroge

Yazar ve Konuşmacı

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.