Miras Dergisi

Çok yüzeyli bir taş: Hizmetkâr

Günahla birlikte dünyaya sadece ölüm girmemişti. İlk günahın ardından Tanrı’nın zikrettiği bir diğer zor konu da çalışma gerekliliği olmuştu. Artık “emek vermeden yiyecek bulamayacak, ekmeğimizi alınteri dökerek kazanacaktık”… Alınteri konusu malumunuz tarih içerisinde bir fenomene dönüştü. İlk insanların günahın bağlayıcılığından uzak, Tanrı’nın sağlayışına dayanan yaşam formülü yerine, bir sürgün cezası olarak Kutsal Kitap’ta ifade edilen “alınteri dökerek ekmeğini kazanma” meselesi erdemli bir yaşam biçiminin göstergesi haline geldi. Bunun tarih ve insan açısından negatif bir gelişme olduğunu söylemiyorum. Ancak süreç başladığı yerden çok uzak bir noktaya evrilmiş durumda. 

İnsan çalışmak zorunda. Bu tarım ve hayvancılık toplumu olan Adem’in zamanından bugüne, şekil olarak ciddi bir dönüşüm geçirmiş olsa da çalışma şartı ortadan kalkmış değil. Hepimiz farklı alanlarda çalışıyor, ekmeğimizi, ihtiyaçlarımızı ve arzu ettiklerimizi ancak çalışma yoluyla elde ediyoruz. Kimimiz miras kalan bir servete, kimimiz büyüklerinin kurduğu bir düzen sonucu çok paraya sahip olabilir. Zengin ve fakir olanlarımız vardır. Çalışmak zorunda olan ve olmayanlarımız. Ancak burada sadece yaşamı sürdürmek için değil yaşamda kapladığımız alanın içini doldurmak için de yine çalışmak zorunda kalırız. Hobilerimiz dahi bir ihtiyacın sonucudur ve çalışma gerektirir.

Hristiyan bir birey olarak, yaşadığımız toplumda çalışma hayatının bizler için bir başka önemi daha vardır. Çalışmak sadece kişisel veya ailevi bir mesele değil aynı zamanda doğru bir karakter örneği olma sorumluluğunun vitrini haline gelir. İşini doğru, dürüst, üretken ve yaratıcı şekilde yapmak Mesih İsa’nın biz de yapmakta olduğu işe tanıklık etmektir. Bu sorumluluğu taşıdığını söyleyen biri için çalışma hayatında doğru yerde durmak hayati bir önem arzeder. 

Aslında yazının konusu çalışma hayatı ve Hristiyan bireyin sorumluluğunu anlatmak değil. Çalışma ahlakından da bahsetmek istemiyorum. Çünkü uzun süredir farklı alanlarda çalışmış, kiliselerde farklı hizmetlerde yer almış ve halen aynı seviyede işler yapan biri olarak, başka bir soruna işaret etmek istiyorum. Bu sorunun tuhaf bir başlığı var: çalışmanın kendisi…

Yaklaşık 14 yıldır ve özellikle Protestan kiliseler öznelinde sanırım en çok duyduğum şey “hizmet etmek istiyorum, full-time hizmet etmeye çağrıldım ve seküler piyasada çalışmak istemiyorum” sözleri olmuştur. Bu bir sarmal ve sanırım hepimiz dönem dönem kendimizi içinde buluyoruz. Aslında neredeyse bir kültüre dönüşmüş durumda ve kimse nerede başladığını, nasıl bugünlere kadar hala en çok arzulanan bir istek noktasına dönüştüğünü ve neredeyse bir takıntı haline geldiğini bilemiyor gibi. Çünkü artık kabul edilmiş bir gerçek olarak kilise yaşamının normaline dönüşmüş durumda. Bu konuda yine siyah-beyaz olarak sınıflandıramayacağımız, farklı ihtiyaçlar ve beklentiler nedeniyle iyi ve kötü taraflarını anlatmak zorunda olduğumuz tartışması zor konulardan biri. Ve yine aslında insan kalitesi, cemaatlerin ihtiyacı, kilisenin geleceğinin sağlıklı bir şekilde biçimlendirilmesi ve bireylerin hakkı ve ruhsal çağrısının göz önüne alınması gibi zaruri bazı tartışmalarla birlikte geliyor. Konuya dair bakın şu kişi veya kilise doğrusunu yapıyor diyebileceğimiz çok belirgin örneklerimiz de mevcut değil. Yine de birkaç noktayı tartışmaya açmakta fayda var.

Çağrı mı, kaçış mı?

Rabbin çağrısı… Bu tanımı çok sık duyduğunuzu varsayıyorum ya da yeni Hristiyan olduysanız duyacağınızın garantisini verebilirim. Kilise tarihi boyunca “Tanrı’nın hizmetine çağrılmak” sürekli tartışılan bir konu. Bir anlamda “laik yaşamdan sıyrılıp, dinsel hizmetle hayatını sürdürmek” olarak tanımlanabilir. Daha kitabi olarak, “Tanrı’nın belirlediği özel bir işi yapmak üzere, Kutsal Ruh tarafından esinlenerek belirli bir hizmete çağrılmak” olarak detaylandırabiliriz. Bu özellikle hiyerarşik yapısı olmayan, belirli bir merkezden yönetilmeyen kiliseler içerisinde daha bireysel bir deneyim düzeyinde değerlendirilir. Görevlendirme için bir seçim sistemi olmayan, liyakat esası yerine “ruhsal” temasın ön plana çıktığı, seçimlerin de yine aynı şekilde olağanüstü şartlarda arandığı kiliseler içinde oldukça ateşli bir tartışma konusu olmaktadır. Ve sınıflandırma ve sınırlandırmanın olmadığı bir yerde süreç nasıl yönetilir belirlemek zor. Çoğunlukla mevcut pastoral yapının kararlarına veya çağrı aldığını iddia eden kişinin kilise içindeki etkisine bağlıdır. Ve elbette kilisenin genel teolojik eğilim ve tercihlerine de…

Sistematik görevlendirme yöntemiyle çalışan kiliselerde (Katolik, Ortodoks, Anglikan vd.) ve bağlı hizmetlerde çağrı bir ilk adım olarak görülebilir ancak ciddi bir sınanma sürecinden geçer. Zaten bu yazının muhatabı bu yöntemle çalışan kiliseler değildir. 

Başta belirttiğim gibi, çalışmak insan doğasına yaratılışla birlikte verilmiş bir unsur değildir. Yaratılışın amacına terstir. Tarih ve doğal yaşam insanı buna uyumlu hale getirmiş olsa da zahmet çekmek bir sorun olarak görülür. Bu nedenle kilise hizmetleri çalışmaya karşı bir alternatife dönüşmüşse burada esas motivasyonun ne olduğuna dikkat etmek bir sorumluluk getirmektedir. Açıkça konuşmak gerekirse çalışmanın zahmetinden kilisede bağışa dayalı ve daha konforlu kabul edilen bir “hizmete” geçmek çoğu zaman “çağrı” dediğimiz ruhsal olguyu kirletir ve tembelliğe bir kılıf yaratılmasına sebep olur. Bunu bu kadar direk söylemek bazılarımız için rahatsız edici olabilir. Çağrısı olanlarla (hizmetkârlar), kaçış için sözde hizmete sığınanları nasıl ayrıtedeceğiz sorusunu beraberinde getirir. Burada temel ayırtedici unsur kişinin iddia ettiği hizmeti verip vermediğidir elbette. Süreci bulandıran, bahaneler üzerine kurulu bir bekleme zamanı boyunca bağışçıların ve kilisenin kaynaklarıyla geçimini sürdüren kişilerin çağrıya dayalı olarak hizmet ettiklerini söylemek doğru olmaz. Bunun yanında aldığından daha çok veren, adanmış, sadık ve üretken bir hizmetin her türlü katkıyı hakkettiğini de söylememiz gerekir. Bu çağrıya dayanan hizmettir.

Ne yazık ki özellikle modern toplumun gittikçe daralan iş sahaları, artan rekabet ve umutsuzluk ortamında gençlerimiz arasında kaçış eğilimi olarak “hizmete başlama” anlayışında bir yükseliş gözlemliyoruz. Çoğunlukla da hedefi, vizyonu veya bir yenilik vaadi olmayan, ruhsal meyveler vermekten uzak bir anlayışla yapılıyor bu. “Ben hizmet etmek istiyorum” diyen birçok genç ne yazık ki bu genel iddialarının altını dolduramıyor. 

Örneğin bir kişi istekli bir şekilde müjdeci olmak istediğini söylüyor. Bunun anlamından bihaber, dünyada müjdeleme yapan bir hizmet kuruluşunun bünyesinde çalışmayı müjdeci olmak için bir ön gereklilik olarak görüyor. Pastör olmak isteyen bir başkası bunun sadece yetki, güç ve finansal destekten ibaret olduğunu sanıyor ve sonuç ya kilise içi kavga ve bölünmeler veya sabun köpüğü gibi kurulup dağılan bir başka “topluluk” oluyor. Bu sadece yeni başlamak isteyenler arasında değil mevcut yapılarda hizmet ettiğini iddia edenler arasında da görülebiliyor.

Pavlus’un çalışmak konusunda ki telkinlerini hatırlamak dahi yeterli olsa da şu noktada aslında çok net bir resimle karşı karşıyayız. Hizmet etmek kelimenin tam anlamıyla hizmet etmektir. Kişisel yarar ve çıkarını gözeterek; topluluğun ihtiyaçlarını ve kendi yeterliliğini ve adanmışlığını hesaba katmadan yapılacak her türlü atılım boş, gereksiz ve ne yazık ki biraz da günahla soslanmış olarak tezahür ediyor. Bu nedenle çalışmaktan yüksünmeyeceğiz, hizmet konusunda tüm taraflarıyla onaylanmış ve adanmış bir alçalma olmadan istekli olmayacağız ve Hristiyan toplumun yararını ön planda tutacağız. Bunları yapmak konusunda ne kadar eksiğimiz varsa Tanrı giderebilmemiz için yüreklerimizi onarsın.

Hristiyan öğretileri alanında, hizmet etme kavramı merkezi ve derin bir öneme sahiptir. Bu, Pavlus’un kişisel kazanç için salt emeğin çok ötesine uzanan bir ilke olan çalışma öğüdünün hatırlatılmasında özetlenmiştir. Bunun yerine, alçakgönüllülük, toplum ihtiyaçları ve kişisel adanmışlık temelinde başkalarına hizmet etmeye yönelik bütünsel bir bağlılığı kapsar.

Hizmetin Bereketi

Bu bakış açısına göre gerçekten hizmet etmek, bunu kelimenin tam anlamıyla yapmak anlamına gelir. Hem toplumun ihtiyaçlarını hem de kişinin kendi yeterliliğini ve adanmışlığını göz önünde bulundurmanın önemini vurgulayarak, kendine hizmet eden motivasyonların ötesine geçer. Bu açıdan bakıldığında, yalnızca kişisel çıkarlar için yapılan her türlü çalışma yalnızca boş ve gereksiz değil, aynı zamanda, biraz da dokunaklı bir şekilde, günahla lekelenmiş olarak kabul edilir.

Benmerkezci Hizmetin Tehlikesi

Yalnızca kişisel kazanç için çalışmaya karşı uyarı, benmerkezci hizmetin potansiyel tuzaklarının altını çizer. Hizmet etme çağrısı sadece yerine getirilmesi gereken görevlerin bir kontrol listesi değil, daha ziyade Hristiyan toplumunun daha geniş bağlamında kişinin rolünün bilinçli bir farkındalığını gerektiren derinlemesine kökleşmiş bir etiktir. Bu tür düşünceler olmaksızın çalışmak boş ve sonuçsuz emek tuzağına düşme riski taşır.

Alçakgönüllülük Erdemi

Bu Hıristiyan hizmet ahlakının kilit unsurlarından biri alçakgönüllülüktür. Hizmet çağrısı büyüklenmeye ya da kendini yüceltmeye yönelik bir çağrı değildir. Bunun yerine, kişinin kendini tamamen onaylamasını ve alçakgönüllü olmasını gerektirir. Alçakgönüllülük, hizmetin verildiği mercek haline gelir ve eylemlerin kişisel övgüden ziyade başkaları için gerçek bir özenle yönlendirilmesini sağlar.

Topluluğa Adanmışlık

Bu bakış açısının merkezinde Hıristiyan toplumunun iyiliğinin ön planda tutulması yer alır. Hizmet, en gerçek haliyle, topluluğun kolektif refahına özverili bir bağlılığı içerir. Bu bağlılık, topluluğun gücünün üyelerinin adanmışlığına yakından bağlı olduğunu kabul ederek, bireylerin kişisel hırs ve arzularını bir kenara bırakmalarını gerektirir.

Özünde, bu makalede ifade edildiği şekliyle Hristiyan hizmet etiği, alçakgönüllülük, adanmışlık ve toplulukta derin kökleri olan derin bir eylem çağrısıdır. İnananları, Hıristiyan öğretilerinde savunulan özverili sevgi ve bağlılığı yansıtan daha eksiksiz bir hizmet anlayışını benimseyerek, kendi çıkarlarına hizmet eden motivasyonları aşmaya davet eder. Bireyler bu etiği somutlaştırmak için çabalarken, alçakgönüllülüğün dönüştürücü gücü ve hizmet Hıristiyan toplumunun esenliğine dayandırıldığında ortaya çıkan kolektif güç hatırlatılmaktadır.

Gökhan Talas

Yayıncı

Yorum Ekle

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Bizi takip edin!

Sosyal medya hesaplarımızdan bizi takip ederek dergimizle ilgili son güncellemelerden haberdar olabilirsiniz.

Your Header Sidebar area is currently empty. Hurry up and add some widgets.